Köşe Yazıları

Malatya Batarken Siyasetin palyaçoloğu

Başlığımızın böylesine tavır içermesinin nedeni şehrimizin yarınlara dair her gün sonrası umudunu yitirmesi, yok olmasıdır. Kavgalardan, çekişmelerden dip yapmış; böylesine  çaresizlik, bilgisizlik, liyakatsızlık, olumsuzluk şeklinde bir tablo çizmek istemezdik ama geniş bir perspektiften bakıldığı zaman olayın vahameti daha net bir  çarpıklıkla karşımıza çıkıveriyor. 

Aslında, bakarsanız kimse bu şehrin hızla çöküşe giden kimyasıyla alakadar değil. Başarısız siyasiler fikir üretimeyekince kavga ediyorlar yıllardan beri. Hep bir çatışma hali dayatıldığının, bu çatışmaları sonrası nemalandıklarının farkında mısınız? 

Ne yazık bu şehrin siyasetçisi, akademisyenleri, yetişmiş insanları, sanayicisi, gurbetteki, İşçisi, memuru, STK’sı vs.  Tek ve nihai br gerçek var; her dönem yönetmeye talip siyasi partilerin  yöneticileri asıl amacına bakıyoruz; şehre bir şeyler eklemek yerine, geriye götürmüşler. Ve maalesef bu güzelim şehri hep rakamsal değerlerle görmüş olup; bu dönem bize kadar para düşer, nerde ne kadar inşaat yaparız, kaç daire, kaç alt yapı vb gibi..

Şimdi de depremde yok olan şehrin yapılması rantı paylaşılamıyor. Rant uğruna şehrin halen mevcut başkanını süresi dolmadan yok sayıyorlar. Başrolde hep aynı isimler. Kökeninde muhakkak bir inşaatçlık var Araştırın bir bu inşaat şirketlerini hangi firma kime ait o zaman anlarsınız. 

Sonuç ise ticari alışkanlıkların çıkar ilişkilerine evrilmesi neticesinde siyasetin çürümüş hali bizi ürkütüyor artık. Herkes herkesi kullanıyor çünkü, herkes birilerinden bir şeyler koparma derdinde, kazılan kuyular ise “ye kürküm ye” üzerine… Acımasızca yozlaşan bu dinamiklerimizi ısrarla görmezden gelerek, daha bencil, hırslı, kırıp döken bir mekanik bir ruh hali içerisinde yaşıyoruz. 

Sadece şehir ekonomik olarak değil, bilimsel olarakta yok oluyor. Yarınlarımız tehdit altında. Ya kültürümüz adına ne var, peki aidiyet değerlerimiz ne oldu?, Bölgesel konjokturmuz, üretim  bilançomuz hepsi fiyasko. Bakın toplumun diyalog kanallar kapatıldı, kimse kimseyle konuşmuyor kavga etmek haricinde. Kutuplaşma her alana sıçradı. Köyde de şehirde de izlerini görmekteyiz. Tüm bu başlılarla birlikte öyleki bir çok kalemde serbest ve dikey bir düşüşü devam ediyor; 11 ilimizi vuran depremde bu sürecin tuzu biberi olunca hiç bir şey kalmadı geriye. Son kaç yılda Malatya değeri çok azaldı, ister kabul edin ister etmeyin, azaldıkça kalitesi tartışılıan ve eksilen bir şehir portföyüne düştü. 

Siz yöneticiler başaramadınız, yapamadınız İşte.

Hele de son kaç yılda sert şekilde değer düşüşü yaşanıyor. Sarsıcı bir biçimde, hiç bir yetkilinin umrunda olmadan, moral bozacak kadar vahim, her alanda bir keşmekeşlik, bitikilik, karamsarlık şu an hakim şehre.

Biliyorum, çok geçmez Yeşilyurt belediyesi başkanı adayı İlhan Geçit hocayı da kendinize benzetecektiniz. Rantçı mekanizma yok mu, malum tarikat ve Yeşilyurt liboşları şimdi yavaş isteklerini gerçekleştirmek için yanaşacaklar. Korkarım böylesine başarılı ve şehrin bir değeri olan bir bilim insanımız siyaset adı altında kendinize benzeteceksiniz.

Dolayısıyla bir zamanlar “doğumun Paris’i diye taktir buyurulan Malatya son yıllarda bu terimin ne kadar uzağında kaldığını hepimiz biliyoruz. Artık “Doğunun Paris’i” demeye utanıyor insan. Kimse böyle bir yakıştırmaya rastlıyor mu? Ben hiç rastlanıyorum Malatya İçin Doğunun Paris’i diyeni. Çocukluğumuzda çok duyardık oysa. Çünkü artık hiç bir özelliği kalmadı, bir hikayesi, amacı, gerçekliği, cazibesi, davası kalmadı buranın. Söyleyin neyi var artık. Halen ölmüş bir Özal’dan medet ummak haricinde ne? Böylesine içler acısı bir süreçteyiz dostlarım. 

Maalesef kısır, çürük siyasetin vardığı nokta bakıyoruz palyaçoluk oynayan bazı aktörlerin iyi rol yapması harici ekstra bir şey yok. Can çekişen şehrin duygularından bihaber olduklarını nasıl açıklamalıyız başka? Bakmayan milletvekilleri, toplumu yok sayan kankaları, yüzlerinde meşesi kaybolmuş yorgunluk ama yalandan zoraki gülen göstermelik mimikleri, el altından yapılan yolsuzluklar, haksızlıklar, insanlarımızın baskılanması, toplumun kutuplaştırılması,  buna bağlı olarak kendilerini ifade edememesi, son yıllarda hortlak veren asayiş olaylarımızı da dahil dersek korkunç bir kötü senaryo karşımıza dikiliyor. 

Öyleki Doğunun kara para adresi olmaya münhasır yeni bir adres olduk. İtibarımızı yerle bir eden nur topu gibi bir “insan kaçakçılıklığı” ile anılmak gibi yeni bir markamız doğdu uluslararası arenada. Malatya bölgesel tirajını oldukça düşüren ne varsa hepsini sahipleniyoruz  Tabiki bunlarda kimsenin umurunda değil. 

Malatya şu an an patlamaya hazır bir bomba olduğunu kimse görmüyor ne yazık. İnfilak ederse parçaları en kırsala kadar sirayet edecektir. Çevre illere dahi nüks eder. Halbuki mümtaz, makül, huzurlu, bereketli kent kimliğinden zerre kadar kalmadığının araştırın bir bakalım altında ne türe sosyal çarpıklıklar yığınağı çıkacaktır. 

Sadece binaları yapmak, tamamlamak yetmiyor. Çarşıya kavuşturmak yeterli değil, pazarlar ve eski ticari ortamıyla buluşturmak  bir yere kadar. Şehrin hikayesi kayboldu. Kültürel yapısı delik deşil afişe edildi, aile ve Anadolu ahilik geleniğinden gelen yaşam biçimi ayak altı edilmiş. Toplumum ana kodları parçalandı, güvensiz, üç kağıtçı , devleti dolandırmaya çalışan insanların sayısının her gün sonrası çoğaldığı, çalışmadan zengin olmak isteyen, kimsenin kimse hakkında saygı duymadığı çok berbat, barbar, elastik bir nüfus şehrin benliğine yerleşti.  Malatya artık “nezih bir kent” ünvanı tersine tüm Türkiye’nin sabıkalı, üçüncü sınıf adi suçluların mekan yaptığı, kestirmeden para kazanmak için akın edilen bir yer olmanın ötesinde değil. 

Söyleyin şimdi edebiyat kaldı mı  bu şehirde, bir müziği, 1980-90 yıllarında yapılan eserler yapılıyor mı günümÜzde? Sporu, uluslar arenada yetişmiş bir bilim veya iş insanı, ne bileyim hangi değerine sahip çıkıyor? O eski söz sahibi güçlü aileler nereye kayboldu? Saygın, bey edendi isimler… Şimdi var yok hırsızlarla, toplumsal soruna hiç bir çözüm üretmekten muzdarip  kof bir avuç siyasetçi ordusu kaldı elimizde. Onlar da hepsi rantın peşinde. Ve gayet başarılıdır da, iyi kazanıyorlar sağ olsunlar. (Nasıl gidiyor, inşallah kesat değil işler?)

Kaldı mı söyleyin geçmişe yönelik yerel kültürsel izlerimiz? (Atilla Kantarcı üstad olmazda kim kültürümüzden söz ediyor? Entelektüelleri, sanatçıları nerede, doğru düzgün yemek yenilecek bir lokantası dahi olmayan metropolitanı bize sorduklarında nasıl tanımlamalıyız sizce söyler misiniz? Çevre yolundan geçen bir yabancı “şurda yemek yiyemeliyim…) diyeceği bir mekan yok. Üç beş bilinir Adana, Gaziantep, Elazığ mutfağı disktekli ve beslemeli salaş lokantalar var, onlar da şehrin en dehlizlerinde kayıp.

Her şeyiyle yokuş aşağı, kontrolsüz ve nerede duracağı belirsiz kamyon misali hızla ilerliyoruz. Şarampole mi devrilir, bir kaç araç mı biçer, uçurumdan aşağı mı savrulur kimse bilmiyor.

Siyasilerin geri planda kavgalarına ört bas etmeye yönelik, toplum bilmesin diye birbirini vitrinsek olarak onure ettikleri oynadıkları tiyatrolarda, toplumun gazını almak bir de ara arar içi boş bazı ucuz slogan atıkları harici başka ne yapıyorlar, sorarım size? Hangisinin bir vizyonu, ulusal bir başarısı, marka değeri, mecliste söz alıp şehrin haklarını savunmuş veya akademik bir çalışması var?  (Fendoğlu iyi kötü bezen toplumun sorunların kürsüden bazen dile getiriyor?) Hadi bunları boş verin hangisi bir kitap okumuş, analiz yapabilen, Avrupa’yı görmüş, dünya siyasetini, okuyabilen, Avrupa basınını takip eden ve ordan Türkiye fizibilitik haritasını çıkaran var mı? Bir tık ötesine daha bakalım; hangisi çıkıp ulusal bir tv’ye çkonuşabilir, bir tezi savunabilir, tartışabilir. ihsan kocamı, Bülent abi mi, yada inanç hanım mı? Elinde not kağıdı olmadan tek kelime edemeyen teknik adamım “sizi kurtarmaya geldim” diyen Sami Er mi? Güldürmeyin Allah aşkına. Bu şehir her şeyini yitirmiş bir kere. Beş kardeşiz beşimiz birbirimizi tanırız. Çok klişe bir gerçeklik var, o da yok şurası senin, bu arsa benim, bu kadar para benim, marketler falanın, kantininlet öbürübün. Şu arsa diğerinin, falan ihale senin… Tek bildikler bu! 

Demek oluyoruki şehrimizde i bir şeyler ters gidiyor. Özal’dan sonrası yok. Tarımla alakalı il tarım müdürünün bir çalışması var ki diye dersem kaçınız “evet var şunu yaptı” diyebilecek bir cevabın olmadığını yaşayarak görüyoruz. Kayısı şehrin ticaretinin lokomotifi, senelerdir oksijen cihazına bağlı yaşıyor. Avrupa baktı bizde iş yok Malatya kayısın yerine Özbek ve Tacik ürünlerine yöneldi, senin çiftçin yerinde patinaj çeksin. Hep işte bunların çapsızlığı yüzünden bu hale geldik.Yıllardan beri çürümekye yüz turmuş sistemi, depremde harap olmuş, toplum gergin ve talan olmuş, şimdi tüm bu sorunlardan bihaber birinin başa çıkmasını beklemek aptallık değildir de nedir yani. 

Düşünsenizde Adıyaman, Kahraman Marsş, Elazığla yarışacak takadimiz kalmamış. Gelir-gider, milli hasılat-siyaset, bilim ve diğer bir çok alanda batıyoruz. Can sıkıcı rakamlara hiç girmiyorum. Umursamayanlar şehrin sahibiyiz şeklinde havasından geçilmeye’dursun, asırlarca yıldan beri döşenmiş tarih dokusu, felsefesi, İnanıcı, bölgesel konjukturel gücü hepsi kanserli bir ur ur tarafından sarılmış. 

Ve sırf bizden, bizim savunduğumuz partidendir, yakınımız, dostumuzdur diye bu gerçekleri görmemek gibi ciddi bir ucube psikolojik sorunun tam ortasında cebelleşip duruyoruz. 

Of… Off… Peki ne olacak? Hakikaten ne olacak bu Gidişat. Söyleyin nasıl yeni bir başlangıç, kırılma, patlama başlatabiliriz? Her zaman savunduğum şey “temiz bir toplum, temiz bir siyaset, temiz bir gelecek için” nasıl bir formül inşa edilebilir? Hangi şehirle boy ölçüşecek bir seviyeye kavuşabiliriz yeniden.. Sanırım hiç bir zaman.  

Bakın orta Anadolu’nun doğusunun kalbindeyiz. Yukarı Fırat bölgesi üzerinde dünyanın en verimli topraklar kabul edilen yerde yaşıyoruz. Altın Hilal Mezopotamya’nın boynuz ucu Malatya’da bitiyor. Ama ne faydaki varlık içinde yokluk çekiyor. Elimizde kayısı gibi bir mucize olduğu halde harap ve bitap haldeyiz. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu illerini göz önünde bulundurun hangisi bizden kötü? Ülke olarakta artık Afrika ülkeleri ile yarışıyoruz ancak. Geçen yıl Türkiye ile aynı puanı paylaşan Afrika’da küçük bir krallık olan Lesoto bizden daha iyi imiş. Arjantin, Malawi, Tayland, Sri Lanka, Kosova, Kolombiya, Etiyopya, Tanzanya bile…. Düşünseniz de bir kaç yıl önce açlık görüntüleri karşısında utandığımız Bangladeş tekstil pazarınh Türkiye’den aldı. Neyse alkışlamaya devam. Şak, şak. Şak… Neyseki atamalı büyük kurtarıcı geldide, sizi, bizi, hepinizi kurtaracak. Başta öyle diyorlar, günün sonunda bakıyoruz bir kazıkta o saplamış umutlarımızın ortasına. Ee siyaset bu!

Niye böyle olduğunu sormaya gerek var mı bilemiyorum. Görünen köy kılavuz istemez. Yerel bir seçim var önümüzde, Allah ruzası için oy kullanırken niye bu zül halde olduğumuzu sorun kendinize öyle oy verin. Sırf gözü bir türlü doymak bilmeyen aç gözlüleri, siyasiler ve artıklarını doyuramadığımız için ülkemiz, şehrimiz tüm umutlarımızı kaybettik. Hükümsüz mi onu da bilemiyorum. Bildiğim bir şey var o da yok oluyoruz! Yavaş yavaş, canımız acıyarak, tükenerek, nefes soluğumuz biterek ölüyoruz sessiz ve savunmasızca. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu