AktüelAnalizDünyaGenelGündemKöşe YazılarıManşetMedyaÖne ÇıkanlarSiyasetVitrin

Devlet Zayıflarsa

GODRİKA RROJESİ ve ŞARK MESELESİ

Osmanlı’nın oyun kuran devlet olma özelliğini kaybetmesi Karlofça Antlaşmasıyla başlar. Emperyalist güçlerin günümüz Türkiye’si üzerindeki emelleri iyi öğrenmek için bu antlaşmanın çok iyi bilinmesi gerekir. Karlofça önemli bir milattır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti artık ‘oyun kuran’ bir devleti değil devletler arasındaki oyunda denge unsuru olmuştur. Oyuncuların elinde bir dama, bir satranç taşı gibidir. Emperyal paylaşımlarda şurasından, burasından toprak kopartılan bir devlet konumuna düşmüştür. Üzerinde sürekli parçalama, bölme projeleri hazırlanmıştır. Yine Osmanlı üzerinde yüzlerce proje çizilmiştir. En mahrem yerlerde çalışan adamları düşmana ajanlık yapmıştır. Dünya’da devletler arasındaki ilişkilerde gücün yoksa acınacak bir halde olmaya misaldir.

Bu projelerin en ünlüsü Godrika projesidir.

Bir III. Selim döneminde Paris sefiri Moralı Seyyid Ali Efendi’nin tercümanıdır. Bu arada Paris’te geçen ilk yıllarında maiyetindeki Rum tercümanlar tarafından sürekli aldatılıyordu. Baştercüman olan Rum asıllı Godrika, Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand tarafından satın alındı ve resmen Fransa için casusluk yaptı. Bu durum, o sıralarda Fransa’ya karşı –İngiltere ile beraber- Osmanlı Devleti’yle ittifak içinde olan Rusya’nın İstanbul’daki elçisi Tamara’nın Paris’teki meslektaşından aldığı bilgi üzerine ortaya çıktı. Tercümanına çok güvenen Ali Efendi bunu öğrenince derin bir hayal kırıklığına uğradı; dönüş vakti gelince Godrika Fransa’ya sığındı ve daha sonraları Fransa hesabına çalıştığını açıkça itiraf etti.

Halet Efendi, Paris’e sefir olarak gönderildiğinde Godrika, Fransız Dışişleri Bakanlığında özel müşavirdi.

İngilizlerin Paris sefiri Spencer Smith göre; Godrika, kendisinden her türlü kötü şey beklenecek karekterde bir Atina’lı idi.

Godrika Osmanlı Devletini parçalamak için Napolyon’a bir proje sunmuştu, bu projeye göre Osmanlı Devleti Biri Rumeli’de diğeri Asya’da olmak üzere iki devlete bölünecekti. Asya’dakinin başında Osmanlı hanedanın yönetimi altında teokratik bir devlet kurulacaktı. Başkenti Bağdat olacaktı.Avrupa kıtasında olan ikinci Devletin başında Fransa’nın koruduğu ve müttefiki olan bir Hıristiyan devlet olacaktı. Rumeli bağımsız veya özerk vilayetlere bölünecekti. Bunlar Fransa’nın himayesinde olacaklardı.Mısır tümüyle Fransa’ya katılacaktı.

Napolyon’un 1798 Mısır seferine çıkacağı Paris gazetelerinde yazılmaktadır.Haberler, yorumlar bu sefere yoğunlaşmıştır.

Ancak sadece Fransız değil tüm Avrupa gazetelerinde bu yayınlar yapılırken, Paris’teki Osmanlı elçisi Seyyid Ali Efendi İstanbul’a tamamen aksini rapor ediyor.Oysa büyükelçinin bu raporu yazdığı gün Napolyon 3 haftadır Mısır topraklarındadır..Büyükelçi sadece Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand’ın “hiç merak etmeyin yok böyle şey” diye verdiği güvenceye inanmıştır. Büyükelçi raporunu yazdığı tarihten 3 hafta önce Napolyon orduları sınırı geçmiştir.Mısır topraklarında ilerlemektedir.

Bu raporu okuduğunda Sultan III. Selim kâğıdın altına “ne eşek herifmiş” diye not düşmüş.

Osmanlıların zayıflamasından yararlanan ilk devlet olan Avusturya, Macaristan’ı bağımsızlığına kavuşturduktan (Karlofça Antlaşması, 1699) sonra, Tuna kıyısında Slavların yaşadığı bölgeleri ilhak etti (Pasarofça Antlaşması, 1718). Rusya 1783’te Kırım Hanlığı’nı, 1812’deki Bükreş Antlaşması’ya Besarabya’yı aldı. 18. yüzyılda Fransızlar Mısır’ı sömürgeleştirmeye yönelirken, Britanya da ticari ayrıcalıkları için baskı yapmaya başladı. 19. yüzyılda Balkanlar’daki Hıristiyanlar arasında milliyetçi hareketlerin yayılması sorunu daha da ağırlaştırdı. Karadağ, Sırbistan ve Yunanistan ayrılarak bağımsızlaştı.
Osmanlı Devleti’nin güçsüz konumundan dolayı toprak bütünlüğünü Batı’ya dayanarak sürdürmesi ve bunun karşılığında ödünler vermesi, büyük devletlerin daha çok işine geliyordu.

20’ci yüzyılda Doğu Sorunu’nun odak noktası Balkanlar’a, Arap dünyasına ve Boğazlar ile Anadolu’ya kaydı.

Doğu sorunu, gerçekte bir doğu sorunu değil, bir Avrupa sorunu, Avrupa’nın siyasi güç dengesinin ortaya çıkardığı bir sorundu. Batı devletlerinin hepsi Osmanlı Devleti’nin artık bir güç olmaktan çıktığını ve kendi gücüyle ayakta duramayacağını biliyordu. Ancak uygun olmayan bir zamanda yıkılmasının kendi aralarında büyük çatışmalara yol açacağı endişesiyle zaman zaman Osmanlı Devleti’nin varlığının korunmasından yana oldular. Doğu Sorunu genel olarak 19. yüzyıl’ın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması, ikinci yarısında Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, 20. yüzyıl’da da tüm topraklarının paylaşılması anlamında kullanıldı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyasetteki bunalımları Avrupalılar’ca Doğu Sorunu başlığı altında değerlendirildi.

Bilal Sürgeç

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu