Tarihte yaşanmış çok ilginç bir anekdotla yazıma başlamak istiyorum.
Yıl: 1788, Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu ile bir savaşın ortasındaydı. Adına ‘Şebeş Muharebesi’ denilen bu çarpışmanın ilginç yönü nedir diye sorarsanız, Avusturya ordusu kendi kendisiyle savaştı. Tarihçi Charles Kirke ise olayı şöyle özetlemektedir. 18. yüzyılda bir ordunun kendi kendine zayiat verdiği “kaydedilen en kötü tek olay” olduğunu not düşüyor. Avusturya ordusu gece Karanşebeş kasabası yakınlarında ilerlerken, süvari ve piyadeler şarap içip sarhoş olduktan sonra birbirleriyle savaşmaya başladılar. Sarhoş askerler şakadan Türklerin kendilerine ateş ettiğini haykırdılar. Ancak bazı askerler bunun gerçek olduğunu düşündü. Çok geçmeden ordunun düzenli yürüyüşü kargaşa ve paniğe dönüşmüş ve yol boyunca çatışmalar başladı. Şafak vakti, Avusturya ordusu Türk kuvvetlerinin yakınında olmadan binlerce zayiat verdi. Muhtemelen 10.000 kadar ölü ve yaralı vardı.
Şebeş muharebesindeki teknik ve emir komuta organizasyonu eksikliğinin doğurduğu sonuçlara değindikten sonra, öncelikle; Seyit Battal Gazi hanın yurdu, kayısının diyarı, Danışmentbey’in kılıç kuşandığı, Sultan Alaaddin Keykûbat’ın at nallarının hala taze kaldığı, İsmet Paşa’nın ölen gencecik bir çocuğunu gömdüğü, Özal’ın şaha kaldırdığı ve Fırat’ın ninnisinin kulağında eksik olmadığı.. Bana kalırsa dünyanın en güzel, insanlarının en hamarat-zeki-muktedir ve sağduyulu, ayrıca daima tarih içerisinde devletinin yanında yer almış kâdim Malatya şehrimize hoş geldiniz sayın Vali’m.
Pekala, Malatya idari sınırlarının en doğusu, Diyarbakır-Elazığ-Adıyaman’a komşu üçgende yer alan, bu şehrin en zor coğrafyası, bir nevi insanları yılın çoğunu mahsur geçiren, yollarının hele de kış aylarında geçememesiyle şöhretli, dağların arkasında silik sönük, insanları gurbet ile memleket arasında bir yön haritası oluşturamamış daha doğrusu ekmek ile vatan arasında gidip gelen hikayelerin adresi Pütürge denilen yerde yaşayan biriyim.
Bazen siyasi, çoğu zaman sosyokültürel, ilginç gelebilir lakin yer yer şiirlerde yazdığımız için sanırım tanımlama açısından kısaca şahsım adına ‘gazeteci’ nitelendirmesini uygun görselerde aslında bana yazar denilmesinden yanayım. Gazetecilik farklı bir şey çünkü. Elinde fotoğraf makinesi gece gündüz demeden kamuoyunu bilgilendirmek için haber peşinde koşan bu insanların emeğine çökmek gibi algılarımki, bu cihetle kendimi bu kulvara layık göremüyorum.
Sayın Valim,
Sizi böylesine uzun bir girizgahla karşıladıktan sonra asıl meselemize dönmek istiyorum. Yaklaşık 1 milyon civarında nüfusuyla Malatya ilimizin sorunlarını ‘üç büyük ve temel başlıkta’ toplamak ve size bildirmek niyetiyle bu yazıyı yazma kararı aldım. Teoride değil pratikte bir gerçeklikle. Enflasyon, asgari ücret, göçmen sorunu, zam, geçinemiyoruz gibi klişe konular konuşabileceklerimizin dışında kalıyor. Genel hatlarıyla tartışma gündemimiz arasında yer alan tarımda plansızlık, eğitimde kalitesizlik, sağlıkta verimsizlik vs. ile de vaktinizi almak istemem. Daha başka sorunlarımız var bizim.
Birinci sorunumuz DEPREM:
24 Ocak 2020 yılında meydana gelen 6.8 şiddetinde deprem açıkçası tüm dengelerimizi paramparça etti. Pütürge ve Doğanyol ilçeleri büyük bir yıkım yaşadı. Gerçeği şu, insanlarımız büyük mağduriyet yaşadı. Yaşamaya da devam ediyor. Nasıl mı? Öncelikle deprem hasar tespitlerinde yaşanan çarpıklık tüm süreci içinden çıkılmaz hale getirdi. Hasarsız evlere hasarlı denildi, hasarlılara hasarsız… Burada yapılan yanlış depremden çok fazla büyük bir yıkıma neden olmuştur. Ve tüm deprem formatı bu yanlış üzerinde oluşturuldu ne yazık. Üstelik evleri yıkılan, metruk, 30 yıl boyunca köyüne gelmemiş hatta evlerinin nerde olduğunu unutanlar dahi depremi fırsata çevirip kâr elde ettiler ve yıkılmış evlerinin karşılığında deprem konutlarını şehirde (Gelincik tepede) alıp kiraya verip çekip gittiler. Yani bir taşla üç kuş vurdu birileri. Gerçek mağdurlar yine mağduriyetlikleriyle başbaşa kaldı burada. Daha fazla göç, köylerin boşalması, deprem etkisinin devam ettiği anlamına geliyor bütün bunlar. Hulasa sizi biraz araştırdım sayın Vali’m. Batman’da görev yaptığımız süre içerisinde orda yaşayan üç beş tanıdığımızı arayıp sizi sorduk. Aynen şunu söylediler. Adaletli, vicdanlı haksızlığa karşı dik duran bir mülkiye amiri denildi. Şimdi Gelincik tepede güya depremzedelere verilmiş konutları bir araştırın hangisinde ev sahibi oturuyor. Hataları ayıklamaya buradan başlayabiliriz mesela.
Hatta geçen hafta Pütürge ziyaretinizde bu konu hakkında alınan radikal kararlarla konuya hakim olma yönünüzü taktirle karşıladık. İlçemiz Pütürge kaymakamı Batuhan Taşgın bey’de elinden gelenin fazlasını yapıyor. Sağolsunlar. Halkımızın sorunları ülkemizin sorunlarıdır. Entelektüel bir soğukkanlılık, samimi bir dürüstlükle ve el birliği ile üstesinden gelmemiz gerekmez mi?
İkincisi KAYISI:
1 milyonluk şehrin ana temel geçim kaynağı kayısıdır. 50 bin ailenin yaşam öyküsü bu sihirli meyve üzerine kurulu. Hayalleri kayısı ile entegreli devam eder insanların. Geleceği ağaç kökleri ile birlikte büyür gelişir. Ne kadar kayısı o kadar hayat demektir burada. Gelin görünki 50 yıldır üretici sömürülüyor. 50 yıldan beri üretici angaje ediliyor. Haklarını koruyacak hiç bir kurum, yetkili yada birim yok. Tamamen şansa kalmış, yıllar boyunca kimlik siyaseti aparatı olarak kullanılmış kayısımız, hakettiği önemi, üreticinin haklarının korunmasına yönelik bir hizmet siyaseti geliştirilmedi ne yazık. Fiyatlardaki istikrarsızlık, üreticinin yaşadığı zor koşullar, kayısı tarımının oldukça maliyetli olduğu gerekçesiyle bu alanlarla değilde sadece vitrin, reklam yönüyle ilgilenildi daha çok.
Bu çerçevede Malatya adının uluslararası belgelerde ikinci temsilcisi gibi sayılan Kayısının ‘coğrafi işaretli ürün’ listesinde yer almasının sürekli başarı derecesi olarak dikte edilmesi, aslında yetersiz bir proje olduğuna yönelik tepki ve bununla ilgili toplumsal girişim kamuoyundan belli bir onay görmüş değil. Daha fazlasının yapılması gerektiği veya daha fazlası yapılabilir penceresinden bakılması aciliyet kespeden milli bir mesele olarak görülmelidir.
Üçüncüsü GÖÇ:
Özelikle son 2 yıl içerisinde depremin göç oranını ciddi şekilde tetiklediği ortada. Bunun yanında % 65 gibi büyük oranda tarımla geçinen kırsal nüfusun kayısı başta olmak üzere diğer tarımsal ürünlerin üretiminde meydana gelen gelir yetersizliğine orantı olarak göç en büyük sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal değerlerin yok olması, sosyolojinin kayıp ilanı, kültürel erezyon anlamına da gelen göçle birlikte ülkeyi ve şehri taşıyan lokomotif konumundaki üretici kitlede büyük bir çözülme söz konusu. Şayet böyle devam ederse bir kaç yıla kalmaz bir çok ilçe mahalle statüsüne düşürülmesi gündeme gelecektir. Derhal konunun değerlendirme altına alınması her cihetle önemli.
Bunun iki faydası var: Öncelikle hepimizin belini büken zamlar, hayat pahalılığı, cebimizdeki paranın pul olmasına yol açan ekonomi politikaları gibi konuların üretim yapmakla önüne geçilebileceği ve bir bütün olarak yönetimlerin oluşturacağı çözüm yolları illeriki safha için bir şeylerin değişmesine mahal verecek seviyede bir zemin hazırlar. İkincisi ise bir kaç metropol şehrin büyük nüfus yığınakı yapılmasının önüne geçmenin doğal amacı nüfusu hızla artan ülkemizin gelecekte tehdit edecek sorunlara karşı eğilimini güçlendirmek anlamına gelir. Bence nüfusun tabanını kültürel/sosyal alanda kalmasına yönelik konsolide etmek öncelikli toplumsal bir projemiz olmalıdır.
Bunun şimdilik beyhude bir çaba olduğunu, somut sorunlara somut çözümler getirmedikten sonra nüfusun -en azından kendi içinde kendine yeterlilik- konusunda devlet ve bürokrasinin bölgesel bazda bazı olumlu tavizler göstermesi kaçınılmaz kılınmasıyla önlenebilir. En azından tarım politikaları revize edilerek bir yerden başlamak lazım. Particilik siyasetinin Malatya gibi yerelde ciddi bir tıkanmaya neden olduğunu biliyoruz, siyaset enstrümanlarını devreye sokarak üretici toplumu yerinde tutması şu şartlarda hayal olduğunu söyleyebiliriz lakin bu hususta henüz geç kalınmış değil. Hele de inandırıcılık sorununun ise apayrı bir paradoks olduğu şu günlerde. Yine de geç kalmış değiliz!
Yazdığımız yazılarda sık sık bu vb konuları sürekli dile getirmeye çalışıyoruz. Kimi zaman siyasilerle karşı karşıya geliyoruz, üzerimizi çiziyorlar. Kimi zaman fikirlerimiz marjinal bir görüntüye tabi kalıyor, bazende ‘muhalif’ damgasını acımasızca yemekten kurtulamıyoruz. Halbuki bu şehir bizim. Yarını hep birlikte düşünüp doğru kararlarla ortak bir atmosferde inşa edebiliriz. Onun için söylediklerimiz bazen özelikle siyaset camiasında yanlış anlaşılmakta. Yani kendi kendimizle savaşmak safhası başlıyor bu kez. İlk paragrafta geçen Avusturya ordusu misali sabah oluyor kayıplar diz boyu ama ortada herhangi bir çözüm yok. Artık kendi kendimizle savaşmayı bırakmalıyız.
Sayın valim, şevkinizle, adaletli, vicdanlı kimliğinizle şehrimiz için üstesinden gelebileceğiniz mevcut sorunların mukabilinde sizden hayli beklentimizin oluşmasında Batman göreviniz esnasında yaptıklarınız bizler için referans olmaya yeterli. Tekrar hoş geldiniz diyor, şimdi birbirimizde savaşmayı terk edip, ‘hizmet’ ve ‘mevcut kolektif sorunlarla’ mücadele şalterini çevirme vakti. Kıymetli Malatya halkının toplumsal ve milli hassasiyetlerini formatlanacağı yeni hamleler sizlerin taktiriyle başlayacağından şüphemiz yok!