Köşe Yazıları

KÜRT SORUNU MU, İNSANLIK SORUNU MU?

Bugünlerde zaman buldukça, TBMM’nde görüşülmekte olan 2024 yılı bütçe görüşmelerini izliyorum TRT3 kanalında. Özellikle DEM Partisi adına söz alan vekillerimiz konuşmalarının her cümlesinde mutlaka “Kürt Sorunu” ifadesini kullanmaktalar. Bunun yanında kitapçılarda raflara göz gezdirdiğimizde “Kürt Sorunu” adı altında kitaplar yazılmış… Aynı şekilde basın yayın organlarında TV.’de Kürt seçmen ifadesi kullanılıyor ve PKK yandaşı olarak vurgulanarak insanımızın problemi sürekli bu coğrafya insanına dayatılan mantıkla ele alınıyor ve tartışılıyor. Yani baştan isim yanlış konulunca, çözüm için getirilen görüş ve öneriler de yanlış oluyor. Tabiri caizse gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince düğmeler baştan sona yanlış gidiyor.
Vatandaşlarımız da; siyasilerden televizyonlarda, basın yayın organlarında köşelerine kurulu yazarlardan-çizerlerden bu yanlışı duya duya kanıksıyor ve birilerinin bizim adımıza ismini koydukları ve başından sonuna bizim inisiyatifimiz dışında ve aynı zamanda mecrası dışında ele alınarak tartışılmaya devam edildiğini ibretle izliyor.
Allah aşkına bu ülkede sosyologlar nerede? Toplum bilimciler, din adamları, Anadolu coğrafyasında yaşayan toplumu bir bütün olarak görebilecek, Büyük Ortadoğu Projesi başta olmak üzere bu coğrafyada oynanan oyunların farkında olan, tarihi ve coğrafyamızda emperyal oyunları doğru okuyan ve ondan ders çıkararak bu dersleri toplumla paylaşacak ilmî donanımı olan, aklı başında siyasiler nerede? Niçin konunun ehli olanlar konuşmuyor, TV programlarına çıkmıyor, çıkartılmıyor?
Basın yayın organlarında, gerek Türk gerekse Kürt halkı adına ortalıkta dolaşan zevat; yıllardır dağda eşkıyalık yapmış, toplumu tanımayan, insan sevgisi nedir, aile nedir bilmeyen, çocuk sevgisi nedir, komşu nedir, komşu hakkı nedir, insan hakkı nedir, paylaşma nedir bilmeyen, bencilliğin girdabında kalmış, paylaşmanın hazzını yüreğinde duymamış ve hatta rakip gördükleri kişi ve grupları öldürerek sorunu çözeceğine inanmış bir caniden ve caniler grubundan ne bekliyor? Merak ediyorum.
Kürt Halkı adına hareket eden zevat diyorum çünkü Türk Halkı Kürt Halkını, Kürt Halkı da Türk Halkını kendinden biliyor. Onun için karşılıklı kız alıp kız vermiş ve Anadolu’da Türk’ü, Kürt’ü, Arnavut’u, Çerkez’i, Laz’ı hamur olmuş, et tırnak olmuştur. Bu ayırım vatandaşın gündeminde yok ama birilerinin gündeme getirmesiyle vatandaşın da gündemindeymiş gibi sunuluyor.
Hatırlar mısınız bilmem? Ama çoğumuzun hafızalarında canlıdır sanırım, 90’lı yılların sonu ile 2000’li yılların başında bu ülkede laik ve anti laik tartışması vardı. Gündemin birinci konusu edilmişti yine etkili ve yetkili bu zevat tarafından. Her Allah’ın günü laiklikle yatıp laiklikle kalkıyorduk. Toplum gerim gerim geriliyordu. Ne oldu, ne bitti de şimdi kimsenin gündeminde değil laiklik. Bitti mi laiklik?
Aslında bunların hepsi suni gündemler. Yine bir zamanlar sağcı-solcu, ilerici-gerici çatışması ile binlerce gencimiz birbirini kırdı geçirdi ve kaybedilmiş yıllar yaşadık yetmişli yıllarda. Şimdi buradan geriye dönüp baktığımızda o yılları yaşayanlar için acı birer hatıra olarak kaldı o heba edilen yıllar.
Ayrıca, hayatının hiçbir döneminde farklı bir düşünceye tahammül etmemiş, farklı bir damar gördüğünde “Diyarbakırlılar buna nasıl müsaade ederler?” “Diyarbakır gençlerinden de mi çekinmiyorlar!” gibi ifadeleri kullanan bir adamın kafasındaki çözüme odaklananlar bu ifadelerin ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar cahil olamazlar. Bu ifadeleri doğru okuyacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniversiteleri, gazetecileri, elitleri, bu ülkenin geleceğinin birlikten,

beraberlikten, kardeşlikten geçtiğini görebilen aydınları nerede? Bu ruh halinin tahlilini yapacak psikologlar, sosyologlar nerede? Bu mantık bağlamında, işi hep silah ve kaba kuvvetle çözeceğine inanmış, modası geçmiş Marksist-Leninist yöntemle iş yapmaya çalışan, demokrasiyi hiç ama hayatının hiçbir döneminde bir yol-yöntem olarak tanımamış ve kullanmamış olan insanın Anadolu insanına artı değer anlamında katacağı ne vardır?
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı problem bir “Kürt Sorunu” değil, yani Batının hastalıklı emperyal düşüncesinin icat ettiği bir ırk sorunu değil, bir “İnsanlık Sorunu”dur. Konuyu böyle ortaya koymamız gerekiyor. Ülkemizin doğusunda yaşayan insanlar gerek coğrafyanın getirdiği koşullardan gerekse dil (Hiç gereği yokken 12 Eylül 1980 askeri yönetimince Kürtçe konuşmanın yasaklanması vb.) konusundaki yasaklamalardan sıkıntı çekmişler ve çekmektedirler.
Peki, batıdaki insanlar benzer sıkıntıları yaşamıyor mu? Çorum’un, Çankırı’nın, Kastamonu’nun, Balıkesir’in, Konya’nın, Sivas’ın kırsalında hayat doğudaki vatandaşlarımızın yaşantılarından farklı mı? Evet, maalesef oralarda da Anadolu insanı, insanca yaşama konforundan uzak olarak yokluklar, sıkıntılar çekmekte ve bunları öteden beri yaşaya gelmektedirler. Devletin oralara da uzun yıllar öğretmen ve din görevlisinin dışında doğrudan götürdüğü dişe dokunur bir hizmeti olmamıştır. Buna ilave olarak devlet kapısında da işleri pek de arzu edilen nitelikte görülmemiştir. Uzun yıllar Anadolu coğrafyasının çilekeş insanları, doğulusuyla batılısıyla, şeflik döneminden kalma yönetim anlayışı ile tepeden bakan, kendinden bir parça olarak görmeyen vatandaşına yabancılaşmış görevliler tarafından itilip kakılmış ve küçümsenmişlerdir.
Yabancı güçler ve onun yerli işbirlikçileri,

Anadolu coğrafyasındaki insanlara (doğusunda-batısında), yaşadıkları yerleri çok görerek, onlara devlet eliyle sıkıntı yaşatmanın yanında, bir de bu sıkıntılarını istismar ederek son 40 yıl içinde gençleri; “Sağcı-Solcu, Alevi – Sünni, Kürt-Türk, Laik-Anti laik” diye birbirine düşürmeyi de başarmışlardır. Maalesef bu yılların bize çok pahalıya mal olduğu bugün herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Bugün Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da yaşananların sebebini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kime sorsanız (dışarıdan olayları daha objektif olarak görebildiği için); herkes bu ülkelerde yaşananların o ülkelerin iç dinamiklerinden kaynaklı olmadığını ve orada ülkeyi bölmek veya oradaki menfaatlerini sürdürebilmek için dış güçlerin bir oyunu olduğunu söyleyecektir.

Aynı şekilde, 90’lı yıllarda, Afrika-Ruanda’da Hutular ve Tutsiler (uzun boylularla, kısa boylular) arasında yaşanan ve birbirine saldırtılarak 800 bin insanın öldürüldüğü soykırımın ardında da aynı anlayışın kirli ellerini görecekler ve göstereceklerdir. Yani sebep Batılı sömürgecilerin kendilerinden olmayan insanları insan yerine koymayan anlayışları, hak- hukuk tanımayışları ve sömürü düzenlerini devam ettirme emelleri olduğunda hemfikir olacaklardır.

Peki, konu Türkiye olunca bu durum farklı mıdır? Hayır! Aynı anlayış, aynı yöntem ve aynı sömürü düzeninin Orta Doğu’da devamını isteyen güçlerin bir oyunu olduğu ayan beyan ortadadır. Yani sorun tek başına ne Irak sorunu, ne Afganistan sorunu ve ne de “Kürt Sorunu”. Sorun, emperyal güçlerin insana ve hayata bakış sorunu. Dünyayı algılayış sorunu ve yerel halkın cehaletinden faydalanmak isteyenlerden kaynaklı insanlık sorunudur.

Bu bağlamda, seçimlerle ilgili olarak televizyonlara bilmem ne uzmanı olarak çıkanların ve basın yayın organlarında seçim sürecini değerlendirenlerin kullandıkları dile ve kavramlara çok daha fazla özen göstermeleri gerekir. Yani toplumun önünde giden insanların, eli kalem tutan yazar-çizerlerin, bu coğrafyada emperyal idealleri olan düşmanın ürettiği ve yerli işbirlikçileri vasıtasıyla servis ettikleri kavramları kullanmamalarını ve bu konuda daha basiretli davranmalarını önemle hatırlatmak isteriz.

Türkiye üzerine oynanan kirli oyunların senaristleri şunu iyi bilmeliler ki, Türk’ü Kürt’ten, Kürt’ü Türk’ten ayırmaya muvaffak olamayacaklardır. Yüzyılların kardeşliği, et tırnak olmuş birlikteliği emperyal güçlerin oyununu bozacaktır.
Bu böyle biline…

Dr. Kadir Çetin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu