AktüelDünyaGündemKöşe YazılarıMalatyaManşetSiyaset

Kadına Şiddet Dur Durak Bilmiyor

Bazı olaylar vardır, sınır tanımadan dünya üzerinde evrensellik taşır. Evrensellik dediysem de öyle güzellemelerle kuşatılan bir şeyler değil! Belki bir şiddet, belki bir ihanet, belki de terörce, haince, kalleşce bir eylem. Bu eylem ki bir kadına uzanan elin sembolleştirmeye çalıştığı “kadına şiddettir.” Dünyanın nicedir yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği bu acı gerçeği BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan şu sözlerle özetliyor: “Kadına şiddet, belki de en utanç verici insan hakları ihlali… Ve belki de en yaygını. Coğrafya, kültür ve servet sınırı da tanımayan bu şiddet devam ettiği sürece, eşitliğe, kalkınmaya ve barışa dair gerçek bir ilerleme sağlayacağımızı iddia edemeyiz.”

SEYİRCİ KALIYORUZ

Hayatımızda karşılaştığımız olaylarda cinsiyet ayrımı yapanlara karşılık yaşananları objektif değerlendirmeliyiz. Bir olayın haklısı-suçlusu aranırken, erkek ya da kadın olduğuna bakmaksızın değerlendiriliyorsa kadına şiddeti de erkeklere pay vererek “erkektir yapar” diyemeyiz. Diyebiliyorsak, o zaman “Kanun önünde herkes eşittir.” ibaresini anayasadan çıkarıp atmak lazım. Zaten “erkektir yapar” görüşü çocukluktan başlar, yetişkinlik dönemine kadar uzanır. Böyle olunca erkek, yaptığı hataları kadına yüklerse üstünlük taslaması kaçınılmaz olur ve kitle iletişim araçlarında her günü yeni bir kadına yönelik şiddeti ekranlara taşır ve bunu görmezden gelmenin mümkünatı yok!

Kadınlar yeri gelir aile içinde, yeri gelir eski sevgili-arkadaş tarafından ekonomik, cinsel, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalır. Malesef kadın üzerinde hıncını alamayan erkek, ölümle sonuçlanan vakalara kadar gider. Sanki kendi annesi, kız kardeşi, kız evladı yokmuşcasına; gücünü, güçsüz gördüğü kadın üzerinde belli eder. Sonra da yaptıklarının bir cinnet anı olduğunu belirterek toplumun, haklılık payı vermesini bekler. Acaba şiddete maruz kalan anası, bacısı, evladı olsaydı aynı inisiyatifi gösterebilir miydi? Neyse, bazıları kadına şiddetin abartıldığını düşündüklerinden dolayı bu soruyu da üst raflara kaldıralım ama ataerkil toplumun kadınlar üzerindeki güç gösterisine bizler sadece “Kadına şiddete hayır!” sloganlarıyla, bir kaç günlük gövde gösterisiyle başta sosyal medya olmak üzere; feminist derneklerin, sokak yürüyüşleri eylemlerinde görüyoruz. Tabii bu feminist derneklerde ayrı bir muamma. Bir şeyleri saptırmakta ellerine su dökemezsiniz. Bu potansiyelle şiddete uğramayan kadını da kocasından ayırmaya çalışırlar. Daha sonra kitle iletişim araçlarında tanık olduğumuz, her birinin ayrı hikayesi olan şiddet mağdurlarını bir bir unuttuğumuzda ise kadınlar, şiddete maruz kalmaya devam ederken bizler “seyirci kalma” rolümüzden taviz vermiyoruz.

HANGİ DÖNEMDE YAŞIYORUZ

İslamiyet öncesi dönem “cahiliye” dönemi olarak nitelendirilir. Çünkü her türlü sapkınlığın meşru görüldüğü, herkesin kafasına göre kanun koyup uyarlamaya çalıştığı bu dönemde, bir neslin devamını sağlayan kadınların değeri yoktu ki hayat normlarını anaormalleştirerek insanlığı kısır bir döngüye sürülüklüyorlardı. Dahası bir babanın kız çocuğu doğduğunda başı öne eğilirdi. Bunu bir kara leke olarak gördükleri için kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Aşağıdaki ayet-i kerimede bu dönem şöyle tarif edilmiştir: “Onlardan birine kız (ının doğduğu) müjdelendiği zaman, öfkeden yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılanmaya katlanıp yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün!Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (en-Nahl, 58-59)

Ayrıca bu asırda Çin’de ultrason cihazıyla tespit edilen altmış milyon kız çocuğu -sadece kız olduğu için- ana ve babalarının kararıyla ana rahminde katledildi. İslamiyetin gelişiyle kadınlar hakkında ayetler indirildi, değer verilip, birçok hak tanındı. Zaten günümüzde de kadınlar, hayatın her alanında rol sahibi oldular. Ama bu durumu kabul etmeyen cahiliye döneminin zalim ve hainliğini üstlenmiş kişiler, erkekliği kadına zulmetmekle bağdaştırıyor. Tamam, biyolojik olarak erkek, kadına oranla güçlüdür fakat bu üstünlüğünü kadına şiddet uygulayarak değil de koruyup kollayarak göstermelidir. Aksini yapmaya çalışıyorsa ya aklında bir noksanlık var ya da asırlar sonra tekrardan cahiliye dönemine dönüyoruz. Bundan ötürü günümüzde hâlâ kadınlar şiddete maruz kalıyorsa lütfen birileri bizi aydınlatsın, hangi dönemde yaşıyoruz!?

KANUNLAR CAYDIRICI DEĞİL

Kadına şiddet, bütün dünyanın başedemediği bir insanlık sorunudur. Dünya bu soruna çözüm bulmak için elleri kolları sıvazlamış gibi görünsede kadına şiddet, yapılan araştırmalarda gösteriyor ki geçtiğimiz yıllara oranla daha da artmakta. Yani bir şeyleri düzeltmeye çalışırken bir çuval inciri murdar ediyorlar. Örneğin; kadına şiddet yasası çıkarılıyor ama bizim Türk toplumunda “yasaklar çiğnenmek içindir” bilinci varken, bu yasaklar pek de kâle alınmıyor. Şiddete uğradığını karakola bildiren kadın, eşinin savcılık tarafından verilen uzaklaştırma cezası talebiyle rahat edeceğini umar fakat uzaklaştırma alan eş, bir yolunu bulup “vay efendim, sen misin beni şikâyet eden” dercesine tekrardan şiddete başvurabilmekte ve bu şiddet, maalesef beraberinde kadın cinayetlerini doğuruyor. Bunun sonucunda cezaî yaptırımlara çarpıtılan cinayet zanlısı, ekonomik gücü yüksekse işinin ehli avukatlarla çok iyi bir savunma hazırlayarak, tutuklu yargılanmaktan kurtuluyor. Hatırlarsanız bir dönem medyada gördüğümüz bazı kadın cinayetlerinin suçluları, olayın üzerinden biraz zaman geçtikten sonra elini, kolunu sallaya sallaya adliyeden çıktılar. O zaman şu yasayla bu yasayla yürürlüğe giren kanunların çokta caydırıcı olduğu söylenemez.

MEŞRULAŞTIRILIYOR

Dünyadaki diğer ülkeleri bilmem ama ülkemizde kadın olmak gerçekten zor. Çünkü kadın, topluma aykırı bir davranış sergilediğinde itinasız herkes tarafından kınanır. Aynı davranışı erkek sergilediğinde ise bütün olumsuzlukları unutup bir haklılık arayışına girerler. En önemlisi de bir erkek, kadına şiddet uyguladığında “kadın ne yaptı ki erkek bu duruma düştü ya da bir tokat attıysa ne var ki bunda” derler. Oysa aile içi şiddet ister istemez çocuklara yansır. Bu da ileriki dönemlerde şiddete meyilli davranışlar göstermeleri için zemin hazırlar. Yani bir kişi kadına şiddet uyguluyorsa bunu basite indirgeyerek bir anlık öfkeyle açıklayamazsınız. Bunun köklerini geçmişteki izlerde aramak gerekir.

Durum böyleyken ister kitle iletişim araçlarında ister yakın çevremizde bir kadın şiddete uğradığında, şiddeti uygulayana toz kondurmayız. Şiddete maruz kalan kadın hakkında, kulaktan salma her şeye inanarak şiddetin, olağan bir şey olduğunu kabul ederek meşrulaştırıyoruz.

Velhasıl kelam; kadın boşanmak istediğinde, ayrılmak istediğinde, sokağa çıktığında, bakımlı veya bakımsız olduğu gibi sudan sebeplerle kadın şiddete uğramakla kalmıyor, suçlu konumuna düşürülüyor. İşte bu yüzden gün geçtikçe artan kadın şiddetini önlemek istiyorsa birileri, öncelikle o basmakalıp “yasa da yasa, kanun da kanun” diyerek bir yere varamayacaklarını anlasınlar ve şöyle bir geri dursunlar. Sonra toplumu bu konuda bilinçlendirmek için yöntemler bularak, cinsiyet ayrımcılığı yapmadan onarıcı metodlar geliştirsinler. Yoksa bilinçli bir toplum var edemediğimiz sürece bu şiddet dur durak bilmez. Belki şimdi, belki de dakikalar sonra dünyanın farklı bölgelerinde kadınlar, istismara maruz kalıyor ve kalmaya devam edecek. O birileri hâlâ bana dokunmayan yılan, bin yaşasın kafasını yaşıyorsa unutmasın ki yılan ya bu, nerden sokacağı belli olmaz!

Selma Karakaş Tutuş

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu