DEPREM’İN DEĞİL ONLAR SİYASETİN MOLUZLARI
‘Ne güzel valla, nur topu gibi bir depremimiz oldu, ölenlerimizi gömdük, yaralılar iyileşir elbet, binlerce konutta yaptık mı; tamam! Görevimizi yerine getirmiş oluruz. Her şey kaldığı yerden sonra devam’ algoritması geçerli siyaset açısından.
Öyle bir siyasetki yaşanan felaketten, Türkiye’nin 11 şehrinde yaşanan travmadan reklam, siyasi kariyer, rant, bir çok şehirde o illerin siyasi figürleri sırf yukarılara başarılı yada cicili görünmek adına ‘sorun yok-her şey yolunda, kendi halkının sorunlarını inkar eden mesajlar’ devşirmeleri ile geçiyor ömrümüz.
‘Ömrümüz’ demişken, aslında pamuk ipliğine bağlı. Çünkü ülkemizde doğal affetler doğal karşılanmıyor, tartışılmıyor dahası yöneticiler ve toplum balık hafızasına sahip olunca üç beş ayda unutup kapatıyor o sayfayı. Zira emsal örneği olarak yenisi gerçekleşene kadar bir daha açmamak kâidesiyle…
Sahiden sormak istiyorum. Bilim insanlarının üç beş yüz yıldır biriken enerjinin yakın bir zamanda Maraş ve çevresinde bir deprem felaketine neden olacağı uyarılarına çemkirip geçtiniz. Vakti saati geldi ve peşkeşe iki büyük deprem şeklinde ülkenin yarısını paranparça etti. Yapılacak bir şey yok. Buna ilaveten sonuçları üzerine düşünecek, anlatılacak, belki onlarca yıl daha acısını tartışacak çok şey var. Buna rağmen şehrin siyaset unsurları ve yöneticileri sistemdeki hasarı tamir etmekle sorumlu olduklarını unutup bireysel başarılarını hâlâ büyük bir zafer olarak taktim etme çabasını inanın ben anlamakta zorlanıyorum.
Yani, siyaset ve yöneticiler ‘biz nerde hata yaptık, neyi-ne zaman eksik bıraktık, sorumlusu olduğumuz bunca insan bize güvendi ve onları nasıl böyle yüzüstü bırakırız?’ soruları üzerine yoğunlaşarak temel bir gerçeklikle yüzleşecekleri yerde, ‘işte efendim bu kadar gün depremzedeleri gezdim, onlarla konuştuk, zaten sosyal medyalarımızda fotoğrafları görüyorsunuz…’ klişe tavrı bir siyasi başarı olarak pazarlamayı lütuf göstermenin paparaziliğine kadar seviye düştü maalesef.
Deprem enkazı altında can veren insanlarımızın, kaç insanın ömrünü o dakikaların huzursuz uğultusuna teslim ederken, üzerine devrilen 15 katlı binanın beton kokulu ölüm anı, kurtulanların hafızasında yer edinen çaresizlik ile endişeli bekleyişler, kar buz altında enkazın başında günlerce beklemenin tahammülü veya tahammülsüzlüğü.. aslında siyaset ve yöneticilerin gündeminde bunların hiç biri yer almadı. Yer alsaydı şayet; neden, niçin, nasıl, nerde, ne zaman, kim (5N1k) soruları ile muhatap olacaklarından cevaplar ise derin bir vicdani sorumluluk gerektireceğinden… Ateş düştüğü yeri yakar manasına tabi olmaları gereği karşısında bu kadar rahat kalamazlardı. Bu da en düşük yapması gereken ‘istifa’ sonucunu ortaya çıkarırdı.
Komşumuz Yunanistan mesela, çok yakın zamanda yaşananan tren kazasında ulaştırma bakanı istifa etti. Hepi topu 57 kişi hayatını kaybetmiş, o da demiryolu kontrol memurunun hatası yüzünden cereyan eden tren kazasını kendi suçu olduğunu kabullendiği halde Yunan hükümetinin ulaştırma bakanı Kostas Karamanlis 57 kişinin ölümü ile sonuçlanmış kaza sonrasında istifa ettiğini açıkladı.
Yunanistan’ın en ölümcül kazası olarak tarihe geçen 28 Şubat’taki kazanın ardından, aynı gün Facebook sayfasından bir açıklama yapan Başbakan Kiryakos Miçotakis ‘Başbakan olarak herkese, özellikle de hayatını kaybedenlerin yakınlarına büyük bir özür borçluyum’ dedi.
Biraz klasik olacak ama çünkü söyleye söyleye dilimizde tüy kalmadı. Adıyaman valisi dışında 50 bin insanın can verdiği deprem felaketinde yetkililerden bir istifa dahi gelmemesi gibi hazin bir durum yaşanmış, bu da siyaset ve yöneticilerin bulundukları makamlarda halk tebasını ne denli anlamsız, gözden çıkarılmış, oysa makam ve koltuklarından vazgeçmek kadar önemli olmadığının diğer kanıtı sayılmaz mı? Oy deposu olarak görmek haricinde, sonuçlarını kestirmekte zorlandığımız öylesine korkunç acı yaşanıyorki muhafazakar kimliği ile bilinen iktidar partisinin sırf üstlendiği misyon gereği halkına karşı sorumluluklarından birini yerine getirmek adına da olsa bir istifa sunması kaçınılmaz olmalıydı. Eşitlikçi ve insancıl bir yönetimin yapacakları bir çok şey arasında bir istifa haberini geçmesi kadar doğal ne olabilirdi ki?
İnsanın aklı almadığı bu duyarsızlık saçmalığı ve kritik bir seçim arafesinde ‘işte siyasal islam böyle’ dedirterek ayrıca muhalefetin de ekmeğine yağ sürecek bir çok başlıktan biri, siyasal islamın statükocu siyaset yaptığını deklare edecek bir yöne savrulup gitmiş olmasıdır. Bu nedenle halkın kafasında biriken benzer yönetimsel boşlukların, insanlar akıl almaz işlerle sınanmış gibisine bir tavır sergilemesi, yine yerelde ve merkez siyasette koltuklarını koruma iç güdüsüne bağlı olarak tekrar seçilme ihtimali bulunanlar bile, kamu yararına olmayıp statükocu bir siyaset gözettikleri için bir daha var olmayacakları. Olmayacakları için de kişisel başarılarından minik zaferler inşaa ederek yüzeye çıkmaya çalışma esnasında toplumu itham ettikleri…
Varılan yer şurası:
Yaşadığım il Malatya’da bir kaç değil bir çok şeyin ters gittiğine dair halk tarafından sürekli yapılan uyarı selektörleri görmezden gelen siyasiler ile yöneticiler eşitlikçi ve insancıl özeliklerini sadece bir yana bırakmamış ciddi bir otorite sıkıntısı yaşadıklarını da gözlemliyoruz. Aklı başında herkes bu otoritesizlik halini net algılayabilir. Şehrin nerdeyse yarısının yıkıldığını, yaklaşık 600 bin nüfusun ülkenin dört bir yanına dağıldığını bir türlü kabullenmeyen mevcut siyasiler bu sosyolojik karmaşaya aldırmayıp mütehait gözüyle şehri gözüne kestirmeleri labirentinden dönüp dolaşmaktalar.
Statüko ile mütehaitsel refleksleri birleşince aynı kaderi yaşamış diğer iller Hatay, Maraş, Adıyaman’dan oldukça geriye doğru bizleri fırlatan sofistike bir anlayış ortaya çıkıyor. Devletçilik geleneğinden kopmuş sistematik statükocu anlayışın sonunda şehrin moluzlarını kaldırmakta ne kadar çaresiz kaldığımızı bari kabul edelim. Hatay, Maraş nerdeyse moluzlarını temizlemek üzere oldukları haberini alıyoruz. Malatya’da kaldırılan enkaz sayısı sadece 470 civarı, yıkılmış bina sayısı valilik açıklamasında sayılarla kafanızı şişirmek istemem, kısacası: şehrin tamamının yarısı. Beydağı kadar moluz yığını demek anlamına da gelir bu.
Basit bir matematik hesabıyla bir kaç yıla tekabül ediyor. (Şayet mevcut standartlarda devam edilirse) Maalesef bu hız ve haz’da devam edilirse Malatya adının arkasına ‘moluz kent’ mahlasının şehir ismiyle ortak anılması normal kabul edilecek.
Hele de seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde insanların günlerdir daha çok sosyal medyada sesini duyurmaya çalışması, eksikliklerini ve sorunlarını anlatma gayretlerini siyasileri yanı başında göremeyince kendi bireysel argümanlarla gidermenin ayyuka çıktığı sınırlı zaman diliminde seçim çalışmaları da devreye girince mevcut sorunlar ile taleplerin içinden çıkılmaz bir hal alacağı ortada. Günlerdir tanık olduğumuz ve bizlerinde kendi kişisel sosyal medya hesabımızdan canşırah şekilde ilan ettiğimiz sorunlar silsilesini her ne şartlarda olursa olsun yine çözecek olan siyasettir. İnatla ve ‘biz deprem esnasında şuraya gittik, buraya gittik’ minik kişisel zaferlere tutunarak ortaya konulan siyasi basiret görüldüki bu şehrin yıkımına neden oldu ve işe yaramadığı…
İnsanlar enkaz altındayken aklından geçen tek şey şu olduğu üzerine gövdemi ortaya koyarım: ‘Devletimiz güçlü, kudretli, derhal gelip bizi kurtaracak/alacak burdan.’ Halkın kafasında kalıplaşmış bu salt inanışın deprem sürecinde fermantasyon geçirdiğine bahisle halk dayanışması gibi bütüncül, sağaltıcı, sağlayıcı, başka türlü ayakta kalmalıyız vs gibi daha güçlü bir duygunun vücut bulmasına tezahür etti. Fırtına vurdu geçti. Biraz acımasız ve sert oldu, insanlar son canlı hücresine değin direndi. Zaman ve şartlar halktan yana artık, yaralarını sardı, ayakta kalmaya çalışıyor. Siyaset ağır bir yenilgi aldı. Görünen o ki siyaset ve yöneticiler ilk günden beri ortaya koymuş bulundukları tavrını değiştirmeye niyetleri yok. Bunun için direniyorlar. Zannediyorlarki traş olmadıklarında, renkli kaban giyerek ve az somurttuklarında görev ifası tamamlanmış oluyor.
Seçime 5 kala siyasileri özelikle şehrimdeki siyasiler ile yöneticilerin halk’la arasına kişisel küçük zaferler iliştirmesini, bunu bir başarı ölçüsü olarak dikte etmeleri, bir çok sorunun cevabını süfli şekilde havada asılı tutmalarının oy oranına hissedilir şekilde etkileyeceğini de düşünmüyorlar belliki. Ben düşünüyorum.
Önümüzde ciddi bir takvim var, siyasiler ve yönetici tayfası Malatya İçin umarım rotayı başka bir yöne çevirmeyi akıl etmeleri gerektiğini söyleyecek birileri kalmıştır etraflarında. Bu eski kafayla milletin yarasına merhem olmayı bırak kendi düşecekleri girdaptan çıkmak üzere belki yol bulamayacakları gibi halk dayanışması benzeri güçlü bir duyguyu da inşaa edemeyeceklerinden, başka türlü ayakta kalmanın yolunu keşfedemeyeceklerini biliyoruz. Zengin, varlıklı, banka hesaplarında milyonlarca lira paraları bulunsa bile insanlarımız ve halkımız bir kere umudunu kesip, defterinden silerse kimse iflah olmaz artık. ‘Ah…’ diye bir şey vardır bu dünyada. Kimsenin ahını almak riskine girmeye gerek yok. ‘Hayat kısa, ömür az, çekilmez fazla naz!’ demiş şairin biri. Halkımız henüz umudunu kesmemiş, ey siyasiler sizlerde bu kadar inat edip görmezden gelmeyin bu insanları. Kazandığınız mallar, zenginlik, para, şan, şöhret itibar ve konforunuzda gözümüz yok bizim, o yine sizlerin olsun. Mesela şehrin sokaklarına dağılmış moluzların toplanması sürecini hızlandırarak işe başlayabilirsiniz. Hepimiz ağır günler geçiriyoruz. Hepimizin birbirimize ihtiyacı var. Malatya ortak paydamız. Tek bildiğimiz bu açık strateji.