Birey ve Toplum
İki tür toplum ve birey tanımı var.
Biri öz çıkarı peşinde koşan bireylerden oluşan insan topluluğu tanımı
Diğeri, diğerleri olmadan bireyin bir anlamı olmayacağını söyleyen, ‘Ben, biz olduğumuz zaman benim.’ diyen bir tanım.
Egemen olan birinci tanım.
Ülkede yaygın olan, teşvik edilen tanımda bu.
Batı düşünsel sisteminin insan avlama önermesidir bu anlayış.
Bizde de kökleri var.
‘Her koyun bacağından asılır’ diyen atasözümüz kanıtı.
Örneğin, son günlerin yaygın konusu; kapağı yurt dışına atmak, ülkeden çekip gitmek.
Muktedirlerin ağzından duya geldiğimiz, ‘giderlerse gitsinler’ nidaları konumuz dışı.
Herkesin kendi tercihidir. Kimse kimseye en ufak bir şey söyleme hakkına da sahip değildir bence esasen. Tercihlere saygı duyulmalıdır öncelikle.
Ben tercihini kalma yönünde yapanlardan biriyim. Bu topraklarda doğdum ve burada öleceğim. Başka bir yere gitmeyi de düşünmüyorum.
Neden böyle düşündüğümü açayım kısaca.
İki sebebi var;
Birincisi yaşlı bir insanım. Yeni bir yer ve yaşam benim için birçok zorluğu da beraberinde getirir.
İkincisi ise kişisel eğilimlerim. Neredeyse ömrümün yarısından fazla bir zaman öncesinde bu tür bir ikilemle yine karşı karşıya kalmıştı ülke insanları, üstelikte çok daha ağır koşullarda. 80 askeri darbesi günleri. Benim tercihim ülkeyi terketme yönünde olmadı o zaman da. İnsanı o insan yapanın, doğduğu, yetiştiği mekan, soluduğu hava, içtiği su beraber yaşadığı insanlar olduğunu, insanın esas memleketinin çocukluğu olduğunu düşünürüm.
Bu tür bir konunun, birde insan eğitiminde oldukça önemi olan, kafalara yerleşen bazı ön kabulleri var. Bu ön kabuller birey, batı tipi birey tanımı, toplumla/birey arasındaki ilişkilerin seyri üzerine yazılıp çizilenlerdir.
Birey de, toplum da insan ilişkileri temelli kurulan kavramlar. Dolayısıyla da bu kavramlara ne anlam yüklendiği, aradaki ilişkinin nasıl kurulduğu önemli.
Batı toplumu kendi varoluşunu, becerikli, çalışkan, yaşamdan zevk almasını bilen, hakkını, özellikle becerileri sayesinde eline geçme şansını yakaladığı her türlü birikim ve bunların mülkiyeti konusunda mücadele eden, bunu sağlayan biri olarak tanımlar. Aslolan bireyin özel becerileri sayesinde elde ettiği toplumsal artıdan aldığı paydır. Beceriksiz, tembel ya da kendi önüne gelen fırsatı değerlendirmeyip, ihtiyacı kadarını alıp, kalan kısmı topluma yeniden devreden salaklara karşı en doğal hakkıdır bu davranış. İnsan esasen doğuştan kendi öz çıkarı peşinde koşan bir canlıdır.
Bu birey tanımı salt batı toplumunun icadı, onunla beraber ortaya çıkmış bir olgu da değildir. Uygarlık süreci ile yaşıt bir anlayıştır esasen. Batı bugünkü haline taşımış, doruğa çıkarmıştır bu eğilimi.
Bir de, insan tarihi kadar eski olduğundan yüzde yüz emin olduğum, bir başka tanım daha var.
Kendini, bireyi, içinde var olduğu toplumsal formun bir üyesi olarak tanımlayan, bu toplumsal formun içine canlı cansız tüm doğayı da katan bir anlayıştır bu.
En özlü ifadesini, ‘ben, biz olduğumuz zaman benim’ cümlesinde bulan anlayıştan söz ediyorum. Astı, üstü, sömüreni, sömürüleni, baskıyı, öz çıkarı tanımayan insanların yaşam felsefesidir.
Ben ikinci anlayıştan yanayım.
Peki, eğilim olarak ikinci anlayışa yakın düşünen kesimlerde, bırakıp gitme eğiliminin fazlalığına ne demeli?
Hem toplumsal bir dönüşümden, paylaşımdan söz edeceksiniz, hem de birçok hesap kitap yapıp, ne yaparlarsa yapsınlar deyip çekip gideceksiniz.
Bu çelişik durumun ana sorumlusu ise, muhalif kimliğin oluşumunda etkili olan düşünsel birikimin takipçiliği var. Bu çelişik durumunda çözülmeye başladığı bir döneme girildiğini söylemek gerek.
Ülkenin muhafazakar bir yaşam felsefesinde olanlarındaysa görünen Batı karşıtlığının arka yüzü derin bir hayranlık. Ülke muhafazakarları epeydir sağ gösterip batı gibi iş tutuyorlar. Varlık nedenlerini onların şampiyonluğunu yaptıkları kavramlara ve uygulamalara borçlular. Para ve mülk en önem verdikleri kavramlar.
Oysa ilk anlayış bize hiç de yabancı değil. Çok değil yüz yıl öncesinde Anadolu insanı, sonrasında 60’lı, 70’li yıllarda ülke gençliği toplum mu birey mi ikileminde hatırlanması, örnek alınması gereken tavırlar sergilediler.
Zengin bir tarihe sahibiz.
Toplum olmadan bireyin bir önemi yok diyor yakın tarih.
Saffet Bilen