Köşe Yazıları

BİR İSTANBUL MASALI!

Merhaba İstanbul. Şükür kavuşturana. Ne kadar uzak yollardan geldim. Ne kadar uzaklardaydım ben sana. İlk defa murakkabin’den yakınlaştıranlardan oldum. Hoş buldum.
Meryem suretinde gözüktün ilkin. Hayır, İsa idin. Yusuf mu oldun sonra, Zeliha mi, zülal mi bilemedim. Yoksa nur-u Muhamedi miydi seni tecelligâh kilan. Sen bana bir kadın gibi gelmedin. Kadınlığın idealar âlemindeki kusursuz formu olsan da daha fazla bir şeydin. Hira karanlığında Mekkeli o yetime inen Cebrail misaliydin. Arayışlar içinde hırpalanmış, bir mağara karanlığında ıssızlığını dinleyen o ümmiye inen. Ah istanbul, sen bir rüyetullah provası gibiydin.

Platonik değil ama metafizik sevdim seni. Öyle başladım hatıra notlarıma. Ortasında, sonunda fizik, kimya bapları var mıdır bu anektodlarım da bilmiyorum ama doğrusu hiç bitsin de istemiyorum bu muhteşem fasıl. Fiiller gereksizdi. Susmak bile fazlalıktı. Ama mademki sürmekteydi hayat ve bir şeyler yapmalıydık, söyleşmek ve gezmek bizim için en uygunuydu. Kafelerde, lokantalarda değil, arzın üstünde, semanın altında, ağaçların dibinde, mezarlıklarda, dergâhlarda, saraylarda… Ben bunca sene İstanbul’u gezmek için bile seni beklemiştim. Doğu da ilkel bir köy de doğdum, İstanbul’a geldim; başka bir şehre gitmişliğim yoktur biliyor musun? Başka bir şehre gitmedim. Seni bekledim. Dünya da aşksız gezilebilecek bir şehre gitmedim. Dünya aşksız gezilebilecek bir yer değildi, kıyamadım. Tesadüfî karşılaşmalar hariç bir doğa güzelliğine bile uzun süre bakmadım, ona bir gün maşuka ile bakma ihtimalim ve ümidim sebebiyle. Harcamak, tüketmek istemedim dünyayı, İstanbul’u. Kendimi zapt ettim.

İstanbul, bu kainatın belki de en muazzam kenti. İnsana dair bu kadar zengin mirasların ve detayların serpiştirildiği başka kent bulmak kolay değil. Bunu bilmeme rağmen gezmedim, dolaşmadım. Merakımdan çatlasam, bazen isyanlara kapılsam da tuttum nefsimi. Hakkında onlarca eser okudum, karış karış inceledim, birkaç eserin bizatihi redaktesini dahi yaptım ama şuradan şuraya gezmek kastıyla gitmedim. Sadece geçtim İstanbul’dan. Bir gün sen gelesin de birlikte görelim diye kapadım gözlerimi. Ezbere bilsem de ben İstanbul’u, hiç bilmem aslında bu yüzden. Sen gezdir beni.

Şu iskelede kaç defa inmişim ama şuradan Kandilli’ye geçmedim. Bir kere bile dolaşmamışımdır şu sahilde mesela. Kız Kulesi’nin karşısına geçip de bir çay içmişliğim yoktur. Hakkında tüm teferruatları talim etsem, onlarca resmini evimde bulundursam, maketini masama kondurmuş olsam da. Bir kez olsun şu Boğaziçi’nde bir vapur turuna katılmadım. Şu adalara kafamı kaldırıp da alıcı gözle bakmadım; ne kadar da yakınmış oysa, ne olur bir gün oraya da gidelim. Gözüme kendi ellerimle kalın bir perde çekmiştim… Şükürler olsun geldin, şimdi onu kaldırabilirim.

Ne kadar derin duygular yaşatıyorsun bana, nerede yaşanıyor bunlar, nasıl bir derinliği varmış daracık kalbimin. Depderinlerde kaynayan gözelerden taşıp geliyor muhabbetim, hasretim. Uçsuz bucaksız çöllerim okyanus tabanı şimdi. Nasıl bir kuraklıkmış sensizlik, nasıl bir kuytulukmuş. Miskin yalnızlık sızılarımı azaltmak için nelerle uğraştım halbusem. Ne tuhaf konulara merak sardım. Kaç bin cilt kitapla cebelleştim. Kaç grameriyle cenge tutuştum, kaç flimin satır aralarında hayallerle çarpıştım. Yaşadığım tek şey zülal’sizlik. Tüm çabalarım beyhude çarık eskitmekti. Taşlı dikenli bir patikaydın.

Her şeyi konuşabilirim seninle. Bilirim ki küçülme, küçültme olmaz sonunda. Kınanma yok, bilirim. Bir ulu dergâh gibisin. Ben mürşid-i kâmilini bulmuş bir garip gezgin dervişim. Ne geçmişim var ne istikbalim. Senin şimdiki zamanına iltica etmiş bir uyruksuzum. Tanıdığın tüm mülteci çocuklardan daha muhtaç, tüm yoksullardan daha sefil. Bir bakışına muhtacım, gülüşündeki incecik bir kıvrıma amade…

Hislerim bazen çok biricik gözüküyor. İlk kez bir insan bir insana âşık olmuş sanki. İlk insan çiftiyiz, bizden önce hiç ilan-ı aşk yapılmamış, hiç şiir yazılmamış. Bir insan kalbi karanlıkları delen bir Tarık yıldızı gibi göğsünün karanlığı delip fırlayarak haykırmamış sanki: Seni Seviyorum!… Bir insan bir insana ilk kez söylüyormuşcasına haykırmak istiyorum, milyonlarca kez, ilk kez: Seni seviyorum Zülal…

Kadınım ol isterim elbette, can atarım bunun için, can veririm. Ama kadınım da olsan üstadım olarak kalacaksın. Senin kanatlarınla uçmak isterim bu fani gökte. Senin yanında varlık iddiasında bulunmaktan hicap duyarım. Ar ederim senin yanında ikilikten. Yokluğumu senin varlığına katarım. Bir kar tanesinin ummana katılışı gibi. Kendim kalmak istediğimden emin değilim. Ben var mıydım zaten hatırlamıyorum. Sen ol istiyorum. Sen ol salt. Ben olmasam da olur. Zülal, sevgilim. sana tabiyim. Ellerimi sana açtım, halim sana ayan. Sen hediye bahşet, zül-celal’i ve’l ikrâm.

Yasin Övüt

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu