Söylemekle dilimizde tüy bitti, yazmakla kalemlerimizde mürekkep kalmadı, bir daha yine yazacağız bu köşeden. Belki çok kez daha aynı şeyleri papağan gibi söylettirmeye bizi mecbur kılmaya devam edeceklerdir. OLSUN!
Malatya dahil ülkenin diğer 10 ilinde meydana gelen depremi tüm dünya duydu. Bir daha bıraktığı derin izlerden söz etmek icab ediyor. Tamam, “Allahtan oldu” deyip kenara çekilmek yada ezbere kaçmak kolayda ya “tevvekül” kelimesini nereye koyacağız? Tevekkül’ün TSV islam ansiklopedisinde sözlük anlamı aynen şöyle diyor: “bir amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü önlemi alarak; elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allah’a bağlanıp ona güvenmek, sonucu Allah’tan beklemek!” Yani özetle diyorki “sen önlemini al, gerisini Allaha bırak.”
Deprem felaketinin önlemini aldık mı gerçekten? Aldıysak nasıl aldık? Veyahut şöyle tanımlayalım; biz hiç bir önlem almadık, betondan-demirinden malzemesinden çaldık önce, sıvı zemin üzerine koca binalar inşa ettik, beş kat yerine on kat irtifakı yaptık-üzerine bir de kaçak geçtik, rant uğruna en illeri ali cingöz oyunları oynamaktan geri kalmadık, belediyelerde işi bağladık bir şekilde, torpil-rüşvetle hallettik işlerimizi, toprağı dahi kandırmaya çalıştık ama “Allah’ta bizi kurtarsın” demek ucuzluğunda bir acziyet bizimkisi.
Geçen bir tanıdığım anlatıyor. İstanbul’da eski bir binası varmış Fatih ilçesinde. Artık o binaya nasıl bir çalışma yapacaksa (sözlerine itimat ederim) sırf 360 bin TL rüşveti farklı yerlere verdiğini söyleyince canım yandı. Rüşvet vermediğinde ise işlerinin yürümediğini, dosya altı yapılarak uzun bir müddet beklemek gerektiği beddua ederek anlatıyordu.
İşte böyle bir kısır döngü arasında, muhtemel bir çok il’de benzer bir sistemin oluştuğunu dair var sayımlarda; tüm bu olumsuz parçaları kabataslak şekilde bir araya getirdiğimizde Malatya depreminin kaçınılmaz acılar ardından bıraktığını, ayrıca sürecin genelini tarif eden denklemde yer alan bir çok önemli ve kritik bazı soruları karşımıza çıkarmaktadır.
Sorular aslında bir hayli fazla, biz içlerinden önemli gördüğümüz beş tanesini ele alacağız.
Birinci soru: Yıkılan veya yıkılması planlanan ağır hasarlı binalar kimin döneminde, hangi belediye başkanları, Meclis üyeleri ve imar projelerinin altında kimin imzası vardı?
En önemli bölüm burası bence. Sanki tüm bürokrasi söz birliği yapmışçasına bu bölüme hiç kimse dokunmuyor. Farkındaysanız sihirli bir güç kutsal bir sır gibi bu sayfayı asla kaldırmıyor yerinden ve sadece yıkmaya odaklı bir kültür şu an da şehir genetiğine yerleşti. Mevcut belediye başkanı Selahattin Gürkan’ın özelikle üzerine atılı suçlamalardan veyahut deprem olduğunda Başkan olduğu için tüm olumsuz senaryolarla muhatap olması nedeniyle geçmiş dönemlere ait bir bilgi haritasını kamuoyu önüne açması, çürük binaların kimin zamanında yapıldığını, hangi memurlar tarafından “olur” raporu verildiğinin bilinmesi siyasi geleceği açısından berrak bir alana taşınarak nitelikli gerekçelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Hatta elde edilen listenin şehrin bilimum bir yerine afiş şeklinde asılarak, ifşa edilmeleri, yasalar önünde cezalandırılmaları olası yeni dönemde daha temkinli davranılmasını tetikleyeceği bilinmeli.
Soru iki: insanlarımız etinden, tırnağından, zamanından, emeğinden arttırarak aldıkları gayri menkuller, eşyaları, diğer malları, anıları daha doğrusu yitip giden canlar neden değersiz ve pek önemsizmiş bir portföye çekilerek hemen unutturulmaya çalışılıyor ?
Her insanın bilakis bir tek ömrü var. İkincisi veya alternatifi olduğunu duymadım hiç. Hal böyleyken nerdeyse ömürleri boyunca çalışarak biriktirdikleri ile en fazla aldıkları bir daireleri, eşyaları depremde bir gecede yok olup gitti. Gayri menkuller, eşyaları, kıymetli birikimleri, anıları haricinde bir çok can’da ne yazık aynı şekilde deprem enkazlarının altından kalarak vefat ettiler. Bunlar bizim yakınlarımız, arkadaşlarımız, muhakkak bir şekilde hukukumuzun bulunduğu, çevremizdeki insanlardı hepsi. Şimdi rutine oynamak, tüm bu acı bilançosu üzerine bir pembe perdeyi çekme gayretinde bulunmanın altında yatan nedenler siyasi hırstan öteye geçmemekte. Doğrusu; öncelikle insanlarımızın maddi kayıplarının bir şekilde giderilmesi öncelikler arasında gösterilmesi gerekmektedir. Suyu çok fazla bulandırmadan, lafı ötelerden dolandırmadan, sağıra yatmadan canı yanan insanlara her ne olursa olsun en azından onları tatmin edici bir gelecek garantisi mutlaka verilmelidir.
Üçüncü soru: Doğru bilgilendirme… Depremden bu yana tonla şey yazıldı çizildi. Çok farklı senaryolar ortaya atıldı. Gelecek inşasına dair farklı spesifik projeler öne sürüldü. Tüm mekanizma aslında bir muamma olarak kaydedildi bilinç altımıza. Sorumuz şurdan itibaren devreye girsin. Neden, koca bir şehirde geleceği harap olmuş insanlarımız tam olarak ne oldu, ne olacağı hakkında net verilere sahip değildir?
Evet, en çok üzerinde durulması gereken pasajda tam olarak burası. O kadar çok şehir efsanesi anlatılıyorki, ciddi bir bilgi kirliliği, mahalle ağzıyla söylemek gerekirse her kafadan bir ses yükseliyor. Çünkü geleceğe yönelik toplumsal huzuru istihdam edecek net veriler verilmedi. Halkımıza, herkesin anlayabileceği formatta, anlaşılır resmî bir ağızdan açıklama yapılmamış olmasının eksikliğini yaşıyoruz. Sokaktan en mağdur olmuş birini tutup sorsanız göreceksinizki depremin istikrarlı bir programa iliştirmeye yönelik bilgiyi veremeyecektir. Çünkü bilmiyor. Halkın hakkı sabote edildi, bir kaç şirket yukarında bağlantılarını yaparak rantını, alacağı parasını düşünmek dışında tüm şehir entiljansının yok sayıldığı gerçeğinin de altını buradan kalın bir kalemle çizmeliyiz.
Dördüncü soru: deprem sadece Malatya şehir merkezinde oluştu algısı ilçelerin yok hükmünde görülmesi gibi büyük bir sosyo-kültürel hatanın oluşmasına zemin hazırladı. Sürekli Malatya merkezi konuşup, çevresel genişlikte görülmeyen depremin hasar boyutunun etki ve tepkisi hesaplamasının tüm şehir sınırlarına dağılması hususunda neden kimse adil davranmıyor ?
Şöyle bir izah yapmak gerekirse; bildiğiniz kadarıyla 2020 Elazığ Sivrice merkezli depremin üzerinden geçen süre boyunca henüz yaralar tam olarak sarılmamışken ardından 6 Şubat depreminin patlak vermesi sonrasında çevre ve ilçelerde depremle mücadele faliyetleri nerdeyse durma noktasına taşındı. Devlet erkleri güç merkezini il merkezlerine yönlendirince ilçeler ile kırsal sorunlar durduruldu, boşa çıktı bir anda. İlçelerde şu an deprem tahrikinin giderilmesini bekleyen ciddi bir mağdur kesim var. Sayıları hem de had safhada. Asla bunlar “Malatya yapılsın sonra bakarız” meselesine terk edilemez. Deprem bu! Ne zaman ve nasıl olacağı belli değil. Evi yıkılan, konteynerda dördüncü yılını tamamlayan insanların kırsalda var olduğu gözden kaçmamalı. Eşitlik ilkesi herkes aynı koşullarda dağıtılmalıdır.
Beşinci soru: Siyasiler… Genel bilgileriniz arasında malumdur. 6 milletvekilimiz, onlarca Meclis üyesi, ilçe belediye başkanları ve onların ekipleri, taktirleri söz konusu. Tüm bu kalabalık siyaset ordusuna rağmen Malatya’da deprem sorunları Büyükşehir belediyesinin omuzlarına terk edilerek “benim işim değil canım” ambiyansında standart altı ucuz bir siyasi rota hattına çekilmiş; çözümü konusunda hangi siyasi masanın gidermekle mükellef olduğunu nasıl ve ne zaman anlayabileceğiz ?
Yalan olmasın, iddia odurki isimleri eskimiş bazı siyasilerin dışarıdan kurdukları şirketler üzerinden yap-boz oynadıkları yani yıkım-ayrıştırma-taşıma işleri ihalesini alarak rant elde ettikleri, binalarda çıkan metal moloz ihalesinin (11 ilin) Tosyalı Holding tarafından alındığından, şirket binaların yıkımı yapılırken mülk sahiplerini binaya yaklaştırmayarak alınabilecek eşyaları olduğu halde; buna izin vermedikleri ve çıkan materyallerden bir tek kaşığa kadar Mersin tesislerinde dönüşüme gönderildiği aşikar. Yerel siyasilerimizin Tosyalı holding gibi iktidar partisinin gözdesi bir şirkete müdahalede bulunma şansı olmadığından, (çünkü tepeden ihale alınmış) Mersin’deki eritim-dönüşüm tesisinde talep olduğu taktirde ayrıştırmaya izin verildiği, ondan yıkım ve ayrıştırma sürelerinin bu nedenle uzadığı bilinen bir gerçek. Yıkım-Ayıştırma işlemlerinin stabil hız ortalamasını hesaplayan bazı kaynaklar, bu şartlar altında Malatya’nın temizlenmesinin 10 yılda ancak mümkün olacağını dile getiriyor. Çok uzun bir süre.
Sonuçta Malatya şehri yıkıldı, yerle bir oldu. Toparlanması yıllar alır deniliyor. 32 bin adet 1 ile 15 kat arası binanın daha yıkılacağı kesinlik kazanmış durumda. Halkımız toz bulutları arasında mağdur, perişan bir halde. Bazı tıp literatürlerince bir kaç yıl sonra Malatya’da kanser vakalarında ani ve ciddi bir yükselişin olacağını dair iddialar ortaya atılıyor. Başkan Selahattin Gürkan’ın sık sık tekrarladığı “Önce insan” felsefesinin adrese teslim edilmesini bu köşeden tekrarlıyor; bizde “önce insan” diyor ve şehirde umutsuz bir halde hâlâ yaşamaya dört elle tutunan insanlarımızın önündeki bürokratik engellerin bir an önce kaldırılması, sağlam bir gelecek tayini, yaşam kalitesi seviyesinin bir an önce yükseltilmesi hususu önem arz ettiğini vurgu yapmak istiyoruz.
Tabiki tüm bu koşulların mimarı siyasetle mümkün olacak. Siyasetse bu şartlarda çok zor, dileğimiz ilk virajda sorumluluklarını hatırlayan, halkın beklentilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyi vazife sayan, biraz vicdanlarının sesini dinleyen, insan hayatının önemine binaenaleyh bir safhaya girilmesi dileklerimizi sunmaktan başka şansımızın bulunmadığıdır.
Yanıt yok