1989 yılında, romatoid artrit sebebiyle uzun süreli hastanede yattığım zamanlarda, oda arkadaşımın elinde görüp merak ederek okuduğum kitabın adı Açlık idi. Nedense son zamanlarda sıkça aklıma geliyordu bu kitapla ilgili hatıram. Meğer bu konuda yazmam gerekiyormuş. Zamanı gelmiş.
İlk kitabım vesilesiyle çok iyi anladığım üzere; yazar kalemine çok güveniyor, bu yüzden başka iş yapmayı gönlü reddediyor ve doğal olarak da aç kalıyor. Öyle aç kalıyor ki, sonunda açlığı anlatması kaçınılmaz oluyor ve en güzel, en etkili şekilde anlatıyor. Fırınların önünden geçerken duyduğu ekmek kokusunu gerçekten aç kalmayan hiç kimse bu derece etkili anlatamazdı zira.
Hastane yatağımda kitabı okurken öyle etkilenmişim ki, üç öğün düzenli yemeğim yatağıma geliyor olduğu halde, ya ben de böyle aç kalırsam korkusuyla yiyemediğim ekmek somunlarını sarıp çekmecemde saklamaya başlamıştım. Aklıma geldikçe tebessüm ederim hala.
İsmini hatırlayamadığım bir başka kitaptaki açlığın korkunç sonucu, ibretlik hikaye kahramanı ve açlık konusu bambaşka, dayanılmaz bir şeydi. Bu kez hikaye kahramanı bir seri katildi. Onlarca masum insanı acımasızca katletmiş bir psikopat, cani.
Sonunda yakalanabilmiş, yargıda idam hükmü kesin ancak hakları gereği usulen de olsa savunulması gerekiyor. Hiç bir avukat bu görevi kabul etmiyor, sonunda bir avukata mecburen savunma görevi düşüyor.
Mahkeme salonu katledilen mazlumların yakınları, basın mensupları ve meraklı izleyicilerle tıklım tıklım dolu. Sonunda cani mahkum lanet ifadeleri eşliğinde salondaki yerini alıyor. Yargılama esnasında görevli avukat söze başlıyor. Aklına gelen tek hafifletici sebebi ifade etmeye çalışarak, “Sayın yargıç, müvekkilim geçmişte belki de çok iyi bir insandı, muhakkak yaşamak zorunda kaldığı olumsuzluklar onu bu hale getirdi.” gibi bir savunma yapıyor.
Tabii savunma geçersiz oluyor, idam kararı veriliyor. Mahkuma son isteği için son söz hakkı verildiğinde bütün gözler, cani, psikopat mahkuma çevriliyor ve salondaki herkes büyük bir şok yaşıyor. Salona girerken etrafına nefret bakışlarıyla tehditler savuran acımasız seri katilin gözlerinden yaşlar aktığını görüyorlar çünkü.
Dudakları titreyerek son arzusunu dile getirdiğinde ise o lanetler okuyan insanların da gözlerinden yaşlar boşanıyor. Acımasız seri katil, son arzusu olarak, “Avukat bey az önce hakkımda söylediği cümleyi bir daha söyleyebilir mi?” diyor çünkü…
Ömründe kimse yüzüne karşı ve hakkında güzel, iyi bir şey söylememiş ki bunca duygulandırıyor seri katili “Geçmişte belkide çok iyi bir insandı.” ifadesi…
İşte bu fiziki açlıktan çok daha korkunç olan sevgi açlığı idi. En az hava, su ve ekmek kadar hayati olan koşulsuz sevgi, güzel söz söylenme, takdir edilme, cesaretlendirme ihtiyacı giderilmediğinde psikopat bir seri katil bile olunabiliyordu demekki…
Hepsi psikopat, seri katil olmasa da ne çok insan bu yüzden en azından sorunlu bir hayat yaşıyor. Hem kendisi, hem çevresi için huzursuzluk sebebi insan örneklerini bu gözle değerlendirebilmek, kendimizi koruma koşuluyla hoşgörülü olabilmek gerek bu yüzden.
Bu konudaki farkındalığımın son vesîlesi kedilerim oldu. Tasavvufta sadece hayvanları gözlemleyerek kemale ermenin mümkün olduğu bilgisiyle eş olarak on iki yıldır koruyucu aile babından bakmaya çalıştığım sokak kedilerini gözlemlemekle çok şey öğrendim.
Anne kedilerin ilk iki ay son derece şefkatli ve korumacı davrandığı yavrularını daha sonra kendilerine yetebilmeleri adına uzaklaştırması gibi.
Doğuma yakın ve sonrasında doruk yapan hormonları nedeniyle annelik iç güdüsüyle ne çok şeyi bilebildikleri gibi. Hatta doğum eşini, kordonları, kanları yiyerek temizlemesi ve ilk bir ay yavrularının idrar ve gaitasını da yiyerek temizlediği halde nasıl olup da necis bir hayvan olmadığını. Dilinde, tükrüğünde dezenfektan, temizleyici özellik olmasının ne demek olduğunu. Dr. Münir Derman Hz.’nin dikkat çektiği, “Kedilerdeki sırrı bilseydiniz, keşke öğrenmeyeydim diye zırıl zırıl ağlardınız! ” çarpıcı ifadesinin sebebinin bu özelliğin kaynağı olan, aynen toprak gibi temizleyen, kendine dönüştüren “Kuddüs” Esması tecellisi olabileceği gibi…
Dün yaralandığı için veterinere götürdüğüm yavru kedimi bahçeye yeni gelen bir başka kedinin boğmak üzere boğazını sıktığını öğrendim çocuklardan. Önceki yıllarda da dağın yamacındaki komşulardan birinin sahibi şehirde oturduğu için yalnız kalan kedisinin de pamuk oğlumu hedef seçip defalarca öldürme derecesinde aynı şiddete başvurduğuna tanık olmuş, kediciğimin acı çığlıkları nedeniyle kalp krizi geçirme riski yaşamıştım defalarca.
O bembeyaz güzel Ankara kedisinin niçin böyle psikopat olduğunu tefekkür etmiş, ne yapabileceğimi bulmaya çalışmıştım. Hatta kınalı kızım o psikopat kediden hamile kalıp üç tane bembeyaz yavru dünyaya getirdiğinde genetik geçiş olabilir mi endişesiyle yavrulara dikkat etmiştim. Üçü de anne şefkatiyle, hiç aç, yalnız kalmadan büyüdüklerinden son derece sevgi dolu kedicikler olmuşlardı.
Dün de yine atılmış, yalnız büyümüş olduğu hırçınlığından belli olan sadece dört aylık olduğu halde psikopatlaşmış kedinin minik yavru kedime saldırısıyla bu konudaki farkındalığım netleşti. Yaralı yavruyu götürdüğüm veteriner hekime danıştım. O da onayladı sebebi.
Tedavisi varsa diğer kedilere de zarar vermemesi adına üstlenebileceğimi ifade ettiğimde, “Ne yazık ki yok. Tek çare o kediyi uzaklaştırmak.” dedi. Ya da sahiplenip sevgi, şefkatle tedaviye çalışmak cümlesi döküldü dudaklarımdan. “Çok zor!” dedi veteriner bey. “Sizin için çok ağır yük olur…”
Doğruydu. Aynen sevgisiz büyümüş insanların birlikte yaşadıkları insanlar ve içinde yaşadığı toplum için ağır yük, ciddi zarar sebebi olmaları gibi. Çare önleyici, koruyucu çabalar olmalıydı…
Dünden beri bu konuyu düşündüm. Hala ne ölüm, ne sağlık haberi alamadığım müşahadeye bıraktığım yavru kedimi ve henüz dört aylık olduğu halde, sırf rahatsız olmamak için annesinden ayırıp atılmış, aç, yalnız ve sevgiden, şefkatten yoksun kaldığı için psikopatlaşmış kediciği düşündükçe gözyaşlarıma hakim olamadım.
Önceki, Meleklerden üstün ya da hayvanlardan aşağı olmak yazımda sözettiğim evlatlarımız da, büyük olasılıkla ailesinden alamadığı koşulsuz sevgi açlığı sebebiyle pusuda bekleyen emperyalist-siyonist sistemin adi tuzaklarına düşüyor. Ve belkide sırf anne- babasından intikam alma duygusu çaresizliğiyle başvurduğu bağımlılıklar, farklı cinsel sapkınlıklar, kendi deyimiyle “cool” görünme, dikkat çekme ihtiyacı, masum yavrularımızı hiç bir biyolojik, hormonal sorunları olmadığı halde cinsiyet değiştirme aşamasına kadar getirebiliyor…
Hep olduğu gibi bütün bunları yaşatarak öğretenin muradı gereği illa yazmamın, aktarma görevimi yapmamın farz olduğunu hissettim.
Farkındalık ve hataların telafisine vesile olabilmek niyazıyla…
Amin Ya Rab’bi!..
Adevviye Şeyda Karaslan /Salihli