Artık Malatyanın bir şeyler bilmeye hakkı var. Mesele; aslında geçmişten bugüne yaptığımız planlamamaların yalnış olduğunu bile bile konuşmamamız, tartışmamamız, konjukturel ilgiye muhtaç başlık ve konuları sırf menfaatiniz vardır diye veya bizden, bizim cemaatimizdendir, bizim mahallemizden, ahbap-çavuş ilişkisi gözetilerek tüm insani duyarlılığımızı ayak altına almamızla alakalı.
Bu durumlar sürekli korkunç sonuçlar karşımıza çıkardı. Cezasını canımızla, malımızla ödememize rağmen yine aklımız bir gün olsun başımıza gelmedi. Depremlerde dahi önlem almak konusunda tonla formül önümüzde dururken zincirleme bir hiyerarşi şeklinde gelişen ve yapılan hatalar yığını binler, onbinlerce insanın ölümüne sebep olduğunu şu gözlerimizle gördüğümüz halde derdimiz yine ve yine çözüm üretmek değil.
Kaç daire yapılacak, daireleri kaça mal olur, kaça satılır, bize kaç tane düşer? Mütehaitlerin daire başına kar hesapları, rant matematiği, devlet hakkı derken bazı kimseler ise bize yeni daire yapılacak oh, şeklinde şu anda zihinler bu yönde temaşa içinde.
Deprem korkusunu genetik bir miras olarak kabul etmek fikrinden başka bir şey yapmamaya adeta yeminliyiz. Sağlam bina, sağlam zemin tespiti, iyi bir Ar-Ge çalışması, beton değerleri hesaplanması, yapılacak inşaatın temelden anahtar teslimine kadar devlet eliyle kontrol etmek hulasa konuşulmayan başlıklardan. Konuşulan ne? Yapılacak binaların sayısı ve hızı. “Sayı ve hız” aritmetiğinde, defolu aynı zemininden “sağlamlık” unsuru beklemek ne kadar doğru onu da size sormak istiyorum.
Yere göğe sığdırılmayan Ahmet Çakır’ın janjanlı avrupai özetiden hortlattığı uyducuk kenti Fahri Kayahan’ı gördük, ilk depremde elinde patladı, prestiji yerle bir oldu. Bostanbaşı artık rant uğruna hem insan hayatlarına hem parasına ‘kast etmenin’ ne kadar kolay olduğunun ucube katil bir adresi olarak anılmaktan kurtulamayacak. Yüzakı bulvarı yüz karası oldu artık Malatya’nın.
Farkında mısınız; ‘neden bu semtlerin daha dün bostanlık olan iken arsalarının imara nasıl açıldığı, kim tarafından bu seviyelere iş taşındı, devletin yapı denetim firmalarının onay vererek, belediyelerin ruhsat gönderdiği (ikram ettiği), mütehait akbabalar nasıl hemen üşüştü, akabinde binalar aniden yükselmesi kolaylığı, oluşagelen rant pastasının büyüklüğü ve belediyelerde ruhsat veren yetkili isim listesi ile beton tedarikçileri firmalarına kadar kimlerdi’ bunları konuşmuyoruz hiç! Olay bir mütahitten fazlası. Mütehait ıceberg’in sadece görünen yüzü. Çünkü “dirsek teması” diye bir şey var bu ülkede. Askere gidenler dirsek temasının ne olduğunu bilirler.
Bu gerilim dolu uzun girizgahtan sonra gelelim Malatya’nın bir şeyler bilmesine hakkı var tezimin cevabına: bir kere şu gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Bu şehre katma değer katacak, fayda temini sağlayacak, şehrini düşünen, realitesini gören, gerçekten Malatya’yla hemhal olacak insanlara yer yok. Eğer Malatya’yı düşünen varsa, buradan söylüyorum eninde sonunda kafanız kopartılır. Birileri böyle bir kural koymuş ve bu şehire kim faydalı bir şey yapacak ise bir an önce ayağı kaydırılmalı ve Afrika’da Serengeti vahşi ortamında gibi yok edilmesi gerekiyor.
Bir önceki İl Milli Eğitim Müdürü Battal Kanbay’da onlardan biri idi. Malatya siyasetinden kimi isimler, bürokrasiden bazıları, paralel yapılanmanın hepsi ve onların yan aparatları, taşeron grupları, ayakçılarına kadar Kanbay’ı Malatya’dan göndermek… göndermeyi boşverin adeta gölgesini dahi bu şehrin kaldırımlarından kazımak için hepsi yemin etmişçesine bir an da elindeki imkanları sonuna kadar seferber ettiler. Başardılarda. Kanbay’ı görevinden aldılar ama köklerini kazıyamadılar. Çünkü o da bu toprakların bir çocuğuydu. Bu memleket onunda doğduğu yerlerdi. Buraların hamuruyla yoğrulmuştu. Baktılarki Kanbay Malatya’yı terk etmiyor bu kez attığı twitlerine kadar soruşturmalar silsilesi açılarak psikolojik anlamda imha edilmeye çalışıldı.
Fakat, o Kanbay hikayesini kurguladığı şehre olan sevgisini anlayamadılar. Makam, koltuk umrunda değildi bu şehre sevdalı olduğu kadar. Yakınları depremin ilk günü akşama doğru saatlerde Malatya’ya gelip Kanbay ailesini alıp Bolu’ya götürmek isterlerken ne oldu biliyor musunuz? Kanbay eşi ve çocuklarını yakınlarına teslim ediyor, sen gelmeyecek misin diye sorduklarında: “Ben şehrimi terk etmem” diyor. “Hele de böyle bir zamanda , bu halde burayı asla bırakamam. Burada kalacak elimden gelen bir şeyler olursa yapmaya çalışacağım.” İkame ettiği bina ise enkaz haline gelmemiş ama kullanılmaz halde. Ondan geceleri ısı sisteminden faydalanmak İçin sabaha kadar çalışır durumdaki aracında uyuyor, gündüzleri ise gelen yardımları dağıtıyor, şehrin ücra köşelerinde pek kimsenin uğramadığı noktalara aracıyla mağdur olanların kapısına kadar yardım bırakıyor. Bir nevi –getir– gibi. Tunceli, Sivas, Elazığ ve çevre illerdeki kontaklarını kullanarak en erken ekmek ve suyun şehre girmesini sağlıyor. İstanbuldaki yakınlarını yardıma davet ediyor. Tırlarca yardım gelmesini sağlıyor. Tam 13 gün böyle geçiyor. 13 günde 8 depo yakıt tüketiyor. Sayısız kişiye yardım ulaştırıyor böylelikle. Boş vakitlerde ise soğuk ayazlı Malatya sokaklarında deprem mağdurlarıyla ateş önlerinde moral ortamı oluşturmaya çalışmış. Tüm depremzedeler gibi 2 gün boyunca ekmek ve su’ya ulaşamamış o da. Malatya’nın zengin, elit, kaymak tabakası İnsanların şehri terk etmek için birbiriyle yarıştığı zamanda o aracında iki hafta yaşayarak şehri ve şehrinin insanlarıyla zorlu şartları paylaşmış.
Peki, Malatya Kanbay’a neden bir özür borçlu?
Anlatayım hemen:
Bölgemizi etkisi altına alan 7.7 ve 7.6 şiddetlerinde iki depremin yıkıcı oranlarını hem bire bir yaşıyor hemde tv’den izliyoruz. 10 ilimiz nerdeyse çoğu enkaz haline geldi. Binlerce insanımız hayatını kaybetti ve yüzbin civarı insanımızda yaralı halde. Bunlar yanında 2 milyon insan ülkenin farklı alanlarına dağılarak yer değiştirdiği biliniyor. Kimi kaynaklara göre Malatya’nın yarısı yakıldı. Büyük bir travma yaşadı ilimiz. Binlerle tarif edilecek insanımız enkaz altında kalarak feci şekilde can verdiler ne yazık!
Kanbay elbet sadece yukarıda bahsi geçen süreçten ötürü bir teşekkürü hak etmiyor. Daha stratejik, bir şehrin kaderini etkiyecek başka bir şey yapıyor. İl Milli eğitim müdürlüğü yaptığı esnada 100’e yakın okulun yıkım kararını alıyor. Altına girdiği risk çok büyük. Gerek Malatya ambiansı, gerek sosyopolitik ortam böylesine devasa ölçekli bir projeye hazır değil. Üstelik göreve atanır atanmaz ilk işi köhnemiş, eski, depremlerde olası yıkılacak kaç okul var ise hepsini derhal yıkmakla başlamış olması çevresince eşleştiri oklarını üzerine çekmiştir. Böyle bir yıkım kararı aldığı esnada Malatya’da eğitim sendikaları tüm gücüyle karşı çıkıyordu. Dönemin Valisi Aydın Baruş’un da bu konudaki katkıları göz ardı dilemez. Kanbay’a “sen yık ben arkandayım” diyordu.
Yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketi bize gösterdiki deprem öldürmüyor bina öldürüyordu. Şayet o gün Kanbay’ın yıktırdığı 100’e yakın okul yıkılmamış ve ayakta kalmış olsalardı muhtemelen depremzedelerin ‘güvenlidir, ne de olsa devlet binası’ diyerek ilk sığınmak isteyecekleri mekanlar olacaktı. Bir çoğu hasarlı, eski muhtelif binalar, önceki depremlerden etkilenmiş olmaları nedeniyle 100 okulun 50’si yıkılsaydı bile altında kalacak insan sayısını varın siz hesap edin.
Son tespitlere göre 7.7 ila 7.6 şiddettindeki depremlerde ağır hasarlı okulların sayısı 19 tane. Elbet bunlarda yıkılacak. Fakat bir önceki İl müdürümüz Kanbay şayet o günün şartlarında bir çok riski göze alarak 100’e yakın okulu olası bir depremde yıkılma ihtimaline karşı yıktırmamış olsaydı Malatya’da meydana gelen hasar ve travma boyutu bugün bir “tık” daha yukarıda olabilirdi. Zaten Kanbay’ın görevden alınmasının nedeni de yıktırdığı okullardı. Sizce bir teşekkürden fazlasını hak etmiyor mu Kanbay?
O dönem Kanbay’ın halihazırda uygulamaya koyduğu projelere karşı çıkan sendikalar, paralel yapı, siyasi ve bürokrasi, aparatları, taşeronları dilerim bugün azıcıkta olsa vicdanlarının sesini dinler ve hiç yere bir devlet bürokratına yaptıkları zulüm, haksızlık, piar çalışmaları, psikolojik operasyonlar, güç gösterileri konusunda biraz vicdani muhakeme ile başbaşa kalmayı öğrenirler.