GündemKöşe YazılarıMalatyaManşetMedyaSiyaset

Zamanın Durduğu An!

Deprem ülkesi olmamıza rağmen bu gerçeğin farkında olmadan, hayatımıza devam ediyoruz. Tedbir gereken yerde tedbirsizlikler diz boyuna ulaştığını doğal afetler vasıtasıyla görmekteyiz. İşimizi güvenceye almadan, tevekkül etmekle avutuyoruz kendimizi. Öncelikle sağlam yere ayak basıp sonra Hüda’dan gelene baş üstüne derecesine tevekkül etmek gerekiyor.

Maalesef, bu bilinç yok!

Kısa bir zaman önce yarınlara dönük hedeflerimiz, gelecek kaygılarımız, hayallerimiz vardı. Soğuk, kar yağışlı bir 6 şubat gecesi saatler 04:17’yi gösterdiğinde ansızın tatlı uykumuzdan büyük bir depremle sarsıldık ve bir an önce dışarı çıkmanın derdine düştük. Bazılarımız şanslıydı kurtuldu, bazılarımız her şeyle birlikte enkazlar altında kaldı. Bu  felaketten 10 il etkilendi, geriye bir yığın enkaz kaldı.

O gün cansiperane gün ağarmaya başlamadan vatandaşlar ve afad ekiplerince enkaz altında arama kurtarma çalışmaları ümit taşıyordu. Gelecek kimsenin umrunda değildi. Tek amaç; enkaz altında kalan canlara ulaşabilmek, kurtarmaktı. Çalışmalar devam ederken dünyada bir ilk yaşandı. Öğlen saatlerinde 7.6 şiddetindeki bir deprem ile tekrardan sallandık.  İnsanların korku ve endişeleri katlandı. Sahip olduğumuz en büyük servetin canımız olduğu konusunda hemfikirdik.  

İlk gün yaşananları anlatmaya yürek dayanmıyor.  Zaten psikolojikmen kendinizi toparlamak uzun zaman alacak. Düşündükçe çaresiz kalmanın tam olarak manasını iliklerinize kadar yaşıyorsunuz.  6 şubat’ta 10 il karalar bağladı, yaralar sarılmaya çalışılıyor olsada gözümüzün önünden geçen her bir cenaze kanayan yaraya tuz basıp geçti. Elbette depremin yarattığı etki çok büyüktü. Taş üstünde taş kalmadı dercesine fay hattının geçtiği noktada oluşan hendekler, çukurlar, yolların çökmesi depremin şiddetine göre etkisinin kat be kat fazla olduğunu gösterdi. 

Şehir merkezlerinde ise yaşam durakladı. Düzelmesi zaman alacağa benziyor ve istemsizce biliyorum ki hepimizin dilin de “ah o keşkeler” var. Tabi ardından da ah ne fayda haykırışlarımız… Sağlam yapılmayan bir yığın bina, malzemeden çalan müteahhitlerin kar amacı taşıması 40 bini aşkın vatandaşımızın hayatına mal oldu. Bu rakam dile bile kolay değil. İnsanın yaşam standartları bu kadar ucuz olmamalı. 

İhtişamlı ve milyonluk dairelerin sahibi olmak bir çoğumuzun hayaliydi. Hatta kredi çekip, ev sahibi olmak özentilik hali almıştı ama kimsenin aklında depreme dayanıklılık söz konusu değildi. Yenisi, eskisi ayırt etmeksizin şehrin büyük bir kısmı yıkıldı bir kısmı da hasar aldı.  

Bir yapının ana iskeleti dayanıklı olmalı. Kullanılan malzemenin kalitesinden ödün verilmemesi gerekirken görüyoruz ki sağlam temele dayandırılmayan yapılar, gösteriş ve ihtişam ile toplumun beğenisine sunuluyordu. Toplumumuzda da zaten dış görünüşe önem verildiğinden ötürü bir konutun depreme dayanıklı olup olmaması önem arz etmiyor. Ancak evlerimiz başımıza yıkılınca, kullanmaya kıyamadığımız eşyalarımızı aman kirlenmesin aman kırılmasın veryansınları ile geçen ömrün anlamsızlığı içinde bocalanıyoruz.

Depremden önce düşündüklerimiz şundan ibadettir: Yeter ki yeni olsun, süsü olsun, alaleme hava atalım gerisi teferruat! Asrın felaketi olarak nitelendirilen depremle lükse kaçan arzularımız, değerini kaybetti. Hem de bir gecede. Malzemeye kıyamayan müteahhitlerin, mühendislerin az masrafla  çabucak  inşaa ettiği her yapı yerle bir oldu. 3 senelik olanı da çöktü, 40 senelik olanı da… Ayakta kalanın çoğunluğu ise  hasar aldı, koskoca bir şehirde ayakta durabilen çok az konut kaldı. İnsanlar çadırda, toplanma alanlarında yaşam mücadelesi veriyor.  Korkudan memleketini terk edenlerde farklı şehirlerde soluk aldı ya da köylerine sığındılar. Geriye afet bölgelerinde terkedilmiş şehirler kaldı. İnsanlar mağdur, fırsatçı tayfası ise iş başında.  Depremden önce ve sonra kira ve nakliye fiyatları dudak uçuklatıyor.  Zor durumda hayat mücadelesi verirken neye uğradığını şaşırıyor insan.

Şimdi geçmişe dönüp, düzeltmek istediğimiz o kadar şey var ki ama ne çare… Geleceğe dönük de planlar yapamıyoruz. Endişeliyiz, yarının teminatı yok. Zira depremden önce sıcacık evlerimizde otururken şikayetçi olduğumuz hayat, meğerse şükür sebebimizmiş. 

Yaşanan afetin bilançosu ağır. Sebebi ihmalsizlikler olsa da mal mülk sevdası gönül gözümüzü kapatmıştı. Sadece yerin ve göğün sahibi kendini hatırlattı. Artık silkelenip kendimize çeki düzen vermenin vakti gelmedi mi? Farkındaysanız saati belli olmayan, bileti kesilmiş birer yolcuyuz bu hayatta…

Selma Karakaş Tutuş

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu