GenelGündemKöşe YazılarıMalatyaManşet

Keşkelerin Ardında Çocukluğumuz

Çocukluktan dem vurulunca  dalıp gidiyoruz maziye. Hemen film şeridi misali çocukluğumuza dair anılar birer birer geçiyor gözümüzün önünde. Kimimiz doyasıya yaşamışızdır çocukluğumuzu, kimimizin de hep ukte kalmıştır içinde. Öyle ya da böyle çocukluk; bir insanın saf, temiz ve masum duygularının gelişigüzel ahenk oluşturduğu bir dönemdir. Tesadüfen denk geldiğim İbrahim Tenekeci’nin “Çocukluk, insanın şiir halidir. Diğer dönemleri ise düzyazı.”  sözü dilime tercüman niteliğinde.

Hepimizin hayatında apayrı yeri vardır çocukluğumuzun. Kin, nefret, kibir duygularına pirim verilmeyen bu dönemde; küslükler, dargınlıklar hemencecik unutulurdu. Koşup düştüğümüzde kanayan dizimizin bile ağrısı annemizin “toprak acıdı, taş acıdı” demesiyle geçerdi. 

Her şey bu derece masum ilerlerken hep bir yanımızda “ne zaman büyüyeceğiz?” soruları geleceğe dönük hayal kurmayı peşinden getiriyordu.

 Büyüdük de ne oldu?

Hayalini kurduğumuz ne varsa hayal olarak kaldı. Büyümek istememizdeki sebep; her şeye sahip olabilme, kendi kararlarını kendi verebilmeye bağlı olsada yaş ilerledikçe her şeye sahip olmanın  manevi değerleri yitirdiğini gördük. Beraberinde  sorunlarımız, sıkıntılarımız da artı.  

Varlık içinde olsanızda bazı kavramlar paha biçilemeyecek kadar değerlidir. Azıcık aşım olsun da kaygısız başım olsun deriz ya işte tam da öyle. Hayatın yapmacık ve çıkarcı yüzünü gördükçe geçmişi, çocukluğu mumla arıyoruz ama geçen ömür, geçmişe değil geleceğe doğru akıp gidiyor. An’ı anında yaşamadan…

Bir sihirli değneğiniz olsa ne yapardınız?

Bu sorunun cevabı kesinlikle çocukluğuma dönmek isterdim olurdu. Çünkü  hep daha fazlasını isteyen bir nefsin piyonları olmaktan bıktık. Davranışlarınızı yoklarsanız dünyevi zevkler uğruna bir şeyleri elde etmek, başarmak için  zamanla kıyasıya  mücadele halindeyiz. Ya olacak ya olmayacak arasında gelgitler yaşarken bir de bakıyoruz zaman akıp gitmiş ve  biz, geçmişten dert yakındığımızla kalmışız. En çok da anında doyasıya yaşayamadıklarımız beraberinde keşkeleri getirince anlıyoruz ki iş işten geçmiş

Bir de şu var: “eskiden yokluk vardı ama mutluyduk.” cümlesiyle devam eden bir girdabın içinde büyüme hevesimiz yüzünden güzel bir çağı uzun yıllar önce kıyıda köşede bıraktık.

Bu günleri yad etmeye gelecek olursak oynadığımız oyunlar, izlediğimiz çizgi filmler sınırlıydı fakat aza kanaat ederdik. Eğlenceyi doruklara kadar yaşamayı bilirdik. İmkanlar kısıtlı olsa ne yazar ki hayal gücümüzün sınırlarını zorlamayı bilirdik. Sepetler dolusu plastik oyuncaklarımız yoktu. Bazen ailemizin desteğiyle bazen de kendi çabamızla oynayacağımız oyuncakları tahtadan çamurdan, kartondan temin ederek istediğimiz şekli verirdik ve üretim aşamasında emeğimiz olduğundan ötürü şanslı çocuklardık.

Bir de fırsatını bulup oynadığımız o nadide oyunlar; saklambaç, mendil kapmaca, istop, yakan top, ip atlama, seksek, elim sende, çelik çomak diyerek devamını da siz okurlarıma bıraktığım çocukken oynadığımız oyunlarda tek kaygımız, oyunun kazananı olmaktı.  

Hiç unutmam çocukluğu benim gibi köyde geçenler bilir. Evcilik oyununu oynarken etrafını taşlardan ördüğümüz, kapısını eksik etmediğimiz  evler inşaa ederdik. Görgü kurallarına sadık olarak kapısını çalmadan, izin almadan arkadaşımızın evine girmezdik.

Köy yaşamı ile özdeşleşmiş yer sofrasının  boyutunu farklılaştırmakta  usta sayılırdık. Ortaya büyükçe bir taş koyup etrafına da daha küçük taşları yerleştirdiğimiz dört kişilik, altı kişilik masa sandalye takımımız bile vardı. Tabi her ne kadar daha önce hiç birimiz masa da yemek yemiş olmasakta bu lüksümüzden vazgemezdik. Galiba çocuk aklıyla ileri görüşlülüğü oynadığımız oyunlara bu şekilde yansıttık.

Kısıtlı bir zaman aralığında hayatımıza  büyük eğlenceler, umutlar, sığdırmaya çalışmış olmamız bazılarımızın çocukluğunu yaşayamadığı gerçeğini yok sayamaz. Geçim sıkıntısına bağlı olarak erken yaşta iş hayatına atılmak ve kırsal alanlarda da köyden şehre göç ile askıya alınan çocukluk dönemi bazılarımızın kabuk tutmamış yarasıdır.

Küçüktük, çocuktuk lakin kocaman bir dünyamız vardı. Gerçekleşmesini umutla beklediğimiz hayallerimiz vardı. Yarınlar, iyisiyle kötüsüyle daima birer sürprizdi bizim için. Sahip olmayı isteyipte sahip olamadığımız arzularımız olmuş olsa ne fayda. O çok merak ettiğimiz geleceği şu anda yaşıyoruz yaşamasına da ne tadı var ne tuzu…

Ne garip değil mi? Şu ana değer katmak dururken  geleceğe dönük beklentilerin esiri olmuşuz. Asıl mevzu: büyüdükçe, küçülen hayallerimiz ve gelecek olan gelince de beğenmeyip  geçmişi özleme sorunsalı ile başbaşa kalmak. Keşkeler ardında bize göz kırpan bir dönemin gerçeği söyle dursun, belki de yarınlar bugünü attıracak bize. Bakalım daha ne sevinçler ne üzüntüler yaşayacağız?

Selma Karakaş Tutuş 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu