GenelGündemKöşe YazılarıMalatyaManşetSanatSiyasetVitrin

Çölleşiyoruz Ardımıza Bakmadan

ABD eski başkanlarında Trump’un tutuklandığı haberini çoğunuz medyadan izlemişsinizdir. Haber doğruydu. Çünkü ABD’nin dünyaya bir göz dağı vermesi gerekiyordu. Daha doğrusu tüm dünya liderlerine “istesem sizi de tutuklarım” gözdağı mesajını vermeliydi, verdi. 

CIA tarafından tutuklanan eski Başkan Trump kefalet ücrettini ödeyerek serbest kaldı ama bir kere tutuklandı damgasını yiyerek tabiki. 

Ve ABD tarihinde ilk kez başkanlık koltuğuna oturmuş bir sıfat tutuklanıyor, hapse atılıyor ardından serbest bırakılıyordu. 

ABD dünyaya gözdağı verirde, Doğu blokunu tutan rakibi Rusya bundan geri kalır yanı olur mu hiç? Aynı günlerde paralı asker Wagnerlerin lideri olarak bilinen ve yakın bir zaman önce darbe kalkışmasında bulunan Yevgeni Prigojin’in Moskova yakınlarında düşen bir özel jetin yolcu listesinde olduğunun açıklanması Putin’in ABD kararına bir misilleme hareketti olarak algılanmasını sağladı. 

Adeta “baş kaldıranın başını ezerim, rakiplerimi böyle yerim ben” mesajı birinci elden tüm ajanslarca dünyaya servis edildi. 

Filler çarpışırken yine çimenlerin ezilmesi meşrebine doğru gidiyordu işler maalesef. 

Devletler pardon devler ultra kaliteli panellerle mesajlarını birbirine çeke dursun; orta lig formasıyla oynayan Türkiye ise bu esnada faizlerle, borsa spekülatif para hareketleri, artan döviz-konut ile araç fiyatları çemberinde boğuşarak vakit kaybediyordu. Küresel bir aktör olmanın aslında fırsatının tam ayağa geldiği bir zamanda hemde. Dünya yeni kartlarını sahaya sürmüş, eski bilindik tarzların dışında yeni illeri teknoloji hamleleri ortaya çıkarmış, jakoben kültürünün arkasına sakladıkları liberal-capital kültürünü güçlü-belirleyici ülkeler olarak soğuk savaş faturaları şeklinde bir bir müdavimlere kesmeyi ihmal etmiyordu. 

Geri tarafta bizde orta lig yolunda bir oyuncu olma hevesimizi kırarak; tam tersi istikamette bir evrilmeye doğru itiliyor, Afrika Uganda ligine doğru indirgenmek üzere olduğumuzun eşiğine gelmiş dayanmıştı sistemimiz. 

Bir türlü oturtamadığımız para politikamızı alarm veriyordu artık. Dış borç, iç borç meselelerine girmeyelim. Diğer yandan göçmen toplama merkezi üssü haline gelen ülke toprakları, yeni bir vizyona hazır olabilmek avantajını kaçırmak üzereydi. 

En büyük kayıpsa beyin göçü alanında meydana gelmiş, her ne kadar şimdilik sümen altı olarak gündemin dışında tutulmaya çalışılsa da büyük bir handikap olarak almış başını gidiyordu. Doktorlar, hemşireler başta olmak üzere; ülkemiz okullarında okumuş, yetişmiş, mühendis, mimar, akademik çevre dahil bir çok kesimden kalifiye genç nüfusun yabancı ülkelerde çalışma tercihinin doğuracağı boşluğu yaşamaya sıra gelmedi henüz. Yarın öbür gün elbette vahim sonuçlarıyla yüzleşeceğiz.

Üretim derseniz bir kaos gibi bir şey. Gün geçmiyorki akaryakıt fiyatlarının kontrolsüz bir biçimde zam yağmuruna dönüşmesi en çok üretici tabakayı vurdu. Maliyet-satış-kâr hesaplamalarındaki zararın katlamalı olarak tüketiciye yansıması tüketiciyi felç ettiği gibi üreticiyi üretimden caydırdığı bir dönem yaşanmasına sebep olmaktaydı. Hele de günümüz ekonomik koşullarında özelikle tarım ürünlerinin üretimini, topraktan sofraya sürecini imkansız hale getirdi. 

Saf Anadolu insanını bekleyen başka bir tehlikeden de söz etmeliyiz. Ne yazık gençler tamamen gerçek hayattan kopmuş; geleceklerini ve hayallerini şans oyunlarına endeksleme gibi sanal bir umudun işgali altındalar. Yapılan bir araştırmaya göre şans oyunlarına başvuranların oranı % 8 gibi büyük bir kitle söz konusu ülke genelinde. Define hastalığına yakalanan kişi sayısı da tam 5 milyon kişi.  Yani 5 milyon insanımız define bulacağım umudu ve merakıyla o daldan o dağa savrulup duruyor. 

Sabit gelirleri olanlar ise ceplerinde bitcoin cüzdanları ile gezer olduğunu görüyoruz. Elbette herkes bitcoin’den kazanmıyor. Kaybedenlerin sayısı da hatrı sayılı bir sayıya ulaştığı bilinmekte. Çalışmak yerine herkes bitcoin-borsa vb türevlerini koşturuyor. Parayı bitcoinden hiç çalışmadan kazanma fırsatı olarak görebilmekteler. “Hazıra dağ dayanmaz” misali kredi limitleri sonlara kadar zorlanmış, bankalar o sebeplen kredi daralmasına gidildi, kart ekstreleri birikmiş, bankaların milyonlarla tarif edilen haciz dosyaları adliye koridorlarında üst üst yığılarak istiflenmiş, gençlik ne yazık hiç emek vermeden, terlemeden büyük paralara ulaşma gayreti içinden köşeyi dönme arzusuna kendini kaptırması motosuna maruz kaldı veya bırakıldı. 

Çalışan da masa başında, büro işlerini yaparak mesai bitimine kadar “iki dönüm bostan, yan gel yar osman” kültürünün zehiri damarlarına zerk edildiği toplumsal çölleşme nihayetinde gelip kapımıza dayanmış durumda. 

Ben buna Türkiye’nin çölleşmesi diyorum. Elbetteki çölleşme denildiğinde ilk akla gelen yağmur ve suya bağlı eksikliklerden kaynaklık kuraklık olsa da her alanda çölleşmek mümkün. Kültür, bilim, sanayi, edebiyat, moda, sanat, yaşam modeli tarzı alanlarında da çölleşir toplumlar. 

Kimse bir ilim üretemiyor. Hazır alıp kullanmak işimize gelse de bunun maliyet boyutu her gün sonrasında ekonomik bilançomuzu zaptı rapt altına alıyor. Üniversite bitiren bir gencimiz, staj yapacak yer bulamıyor. Mesela atanamıyor. Diplomalı işsizler ordusuna sahip dünyada rekor bir kariyerimiz var bizim. Okulunu bitirmiş, eğitimini yapmış biri işini yapmak, parasını kazanmak ister. Bu gayet doğal bir ihtiyaç ve istektir. 2 kere 2 4 eder kardeşim. Bunca genç nüfusu istihdamının sorun haline dönüşmesini müsade verilmemeliydi. 

Üniversiteler de hocalık vasfına yetkili kişi kalmadı nerdeyse. Kim bunca çocuğumuzu eğitecek. Bir yozlaşma, başıboşluk her alanı yangın misali cayır cayır yakmaya/yok etmeye devam ediyor ne yazıkki. 

Beylikdüzü, Esenyurt, Başakşehir gibi toplum stabil yapısına kapalı komün uydu bölgeler inşa edildi örneğin. Hiç bir özelliği yok. Samimiyetten yoksun. Hiç bir cazibesi, insanı-insanlığı ilgilendirecek tasvirsel bir mana yüklenilmemiş buralara. Mühendislikten yoksun, estetik desen sıfır, kültürel miras adına zerre kadar düşünce eklenilmemiş, mimarisi barbar ve berbat semtler. Toplama kampları gibi. Oysa Fatih semti üzerine yazılmış binlerce roman var. Her sokağı bir roman. Sokağı bırakın apartmanlarında dahi geçen hikayelerimiz var. Sirkeci, Eminönü, Beyazıt tarafını anlatan ve içinde buraları bulduğumuz nice eser icra edilmiş. Aşk duygularının işlendiği şiirler yazılmış her sokağında. Üsküdar üzerine yazılan şarkılar bestelenmiş makamlarda. Boğazı maviliğine ne sevdalar karışarak akıp gitmiş. Beylikdüzü üzerine ne yazılabilir. Mekanik, ruhsuz, beton bir tablayı hangi duyguyu aktarabilirsinki. 

Başakşehir’de geçen bir roman olabilir mi Allah aşkına. Esenyurt’ta hangi edebiyatçı, şair, ressam yetişme ihtimali veriyorsunuz. 

Evet, bir çölleşmeye doğru gidiyoruz. Din inancı algıya dönüştürüldü. İdeolojiler demogoji oldu. Ve bunları anlatan demagoglar ortaya çıktı. Süratle kişisel geliştirme kitapları piyasaya sürülüyor. İnsanlarımızın kişiliğini geliştirmeye neden bu kadar meraklı oldu bazıları? Aslında yapmayı istedikleri kalıplar neler? Anne baba, aile, çevre, örf ve adetleri, dini inançlardan bir kişilik oluşumuna katılmayan bu zehirli yeni konsensuslar kim? Siyaset tek form üzerine tekelleştiriliyor. Siyasi partiler yerine siyasal doktrinler ortaya çıktı. Perde arkasında tüm bunlar yeni bir inanış biçimi şeklinde mi pazarlanıyor yoksa, sümen altından verilmek istenen başka bir şey mi? Yeni bir din, ritüellerinin ağızlarda bunca kere pelesenk yapıldığı mezhebsel bu kabullenişe doğru mu sürükleniyoruz ne? 

Kişiye, siyasi lidere tapan şamanizm felsefesi teolojik tohumları ortalığa saçılıyor. Mistikizm kökenli referanslar öne atılıyor. Kimisi buna ateist diyor, kimi satanist, kimisi de deist olarak açıklıyor adını. En merkezinde siyasal muhafazakarlar. 

Her bölgenin, ilin bir felsefesi, kompozisyonu, acıklı hikayeleri, şarkıları, türküleri, fiziki paradoksu ve orayı bir kaç cümle ile tahlil eden özlü sözleri olurdu. Şimdi neyi kaldı nerenin? Ağzını açan birilerine, bir yerlere küfrediyor. İnsiyatif mesafesi kalmadı. Futbolcuya küfreden futbol militanları ne ara bu kadar cengaverleşti merak ediyorum. Siyasi partilere ah edenler, beddua seansları düzenleyenler siyasi bir figürü gördüğünde de el pençe diz divan süt dökmüş kedi misali kenarda kuzu kuzu seyir eder. İşte bu ani değişkenliğinin sebebini de merakı içerisindeyim…

Hocalar resmen cennet satıyor. Cennette gitmek için yanmaz kefen reklamına denk gelmeniz kafi, tehlikeyi görüyor musunuz? “Asıl size cehenemliksiniz fakat bu yanmaz kefeni alacak, bize nakit aktıktan sonra malzeme yanmadığı İçin yanmaktan kurtulup oradan hoop cennette.” Ve bunu ülkenin en kutsiyet addedilen hocaları yaptı. 

Araştıran kalmadı gibi bir şey. Kes+kopyala+yapıştır çağın en absürt hastalığı. Bedava bilgi, ucuz hayaller, gezmek, tozmak, yemek, içmek, trendler, fenomen olma çılgınlığı. 

Farkındaysanız her şeye yeni isimler bularak ritüeller icad ediliyor önce, ardından çoğulcu bir fantezi ile dünyaya yapmasının seferberliği başlatılıyor. Sosyal medya bu nedenle çok önemli bir mecra. En rahat ve kolay beyni ele geçirilenler gençlerden başlıyorlar hep. Son zamanlarda ortaya çıkan sanatçılar, filmler, değişik bakış açısını sunan sanat eserleri, programlar diye taktim edilen subliminal mesajlar veren bir çok ciddi çalışma git gide zehirli bir sarmaşık gibi hayatlarımıza dahil edildi. 

Siyasi figürler kutsallaştırıldı. “Peygamber” denildi ha denilecek bir ortam yaratıldı. Siyasi partiler de din misyonu yüklenilen görüşler halini alıyor. Dini anlatması gereken hocalar siyaset taraf üzerine inşa ettikleri yeni bir inanış biçimini dayatıyor sürekli. Tarikatların hızla ve çok güçlü holdingler olarak ortaya çıkması geriye başka seçenek bırakmayacak türden. Tarikatların her biri kendine bir üs kuruyor. Bu üslerde kendi düşünce fikirlerini dikte ettikleri askerleri barındırıyor, besliyorlar. Bunca insana hükmetme bilincinin arkasındaki asıl teoriye odaklanmalıyız. Bunların bir kaçını sıralarsam muhtemelen hapsi boylarım. Ama toplum muazzam bir esneklikle dişli bir tornadan çekilerek seküler bir zemine taşındı/taşınmaya devam ediliyor. İlk tohumlar meyvesini yavaş yavaş verdi. Akabinde fidanlar büyüyecek boy verecek, orman olacak belkide. Seküler derken chp çizgisi aklınıza gelmesin hemen. Farklı fantastik, paraya tapan hazır şablonsal bir şey. Hızlı bir değişim dönüşüm modeli. Henüz içi doldurulmamış. Ondan toplumun ince ayarları yapılmadı henüz. 

Muhafazakarlık kuramı üzerinden gidiliyor şimdilik, muhafazakarlık anlamı içerisine sıkıştırılan fakat mütediyen muhafazakar kesiminin sözlük anlamından tamamen uzak; aslında lüks, gösteriş, zenginlik, marka takıntısı , bay ve bayanlarının –en gözde- olma yarışına girdikleri yarı dinsel, yarı küresel, yarı kültürsel, biraz hristiyan, az biraz davudi çakması bir yeni mutabakat biçimi. 

Zamanla çoğalacaklar, öyle bir sentezki tüm yasak, haram, günah bilinen ve kutsal kitabımızın red ettiği ne varsa bunları muhafazakarlık kimliği altında sürdüren yepyeni bir segment inşa ediliyor. Başörtüyü takıyor ama mini eteği-yüksek topuk ayyakabısından, rujundan, rimelinden de taviz vermeyecek. Saçının teli görünmez ama vücut hatlarını en ince ayrıntısına kadar gösteren trans giysiler giymek normal. Oruç tutarlar bunlar, bekarlığa veda partisinde iftarda alkolsüz şampanya patlatacak kadar illeri giderler. Vs. Böyle acayip bir şey. 

Örneğin; kendini dindar, islama tabi, muhafazakar şeklinde taktim buyuran bir kimse dinde yeri olmayan bir şeyin benimsediği siyasi parti tarafında lütuf buyrulduğuna ses çıkarmıyor. “Hayır, islam da bunun yeri yok diyerek” yumruğunu masaya vuramıyor işte. Karmaşıklığa izin vererek geçiştiriliyor. 

Siyasiler neden hepsi zengin olmak derdinde? Diğer can alıcı soru bu olsun. Ne oluyor bu? Neden kimse gerçek anlam da bu ülkenin, bir şehrin, köyün, kasabanın sorunları ile hem hal olmuyor? Veya avukatların adliye koridorlarında adalet arayışları kavgasında mı yoksa siyaset taht kavgası yarışında mı görmeliydik, bunu sebebini bilen var mı? Kolektif bir çölleşme tüm toplumu zehirliyor beyler. Bunun yarın öbür günü var. Sancılı bir zeminde ilerliyoruz. Konuşulması gerekenleri konuşmuyor, hiç alakamız olmayan şeyleri bağıra çağıra tartışıyoruz. Sokaklar dibine kadar kir dolu. Görmek sanırım kimsenin işine gelmediği gibi. Çöpçüler süpürüyor sabah akşam, süpürüldükçe çoğalan türden kirler bunlar. 

Şaşırmamıyoruz artık, 11 şehrimizi bir gecede tarumar eden depremin sonuçları sadece kaydedilen binlerce can, maddi kayıpları olmadığını fark etmedimiz gibi. Evet, deprem gerçekleşti. Başka bir sorun daha vardı. Bu şehirler hızla boşaltılıyordu, bunu hiç fark ettiniz mi? Yapay bir göç furyası ile Anadolu’nun en kadim alanları bir iki ayda insanlardan arındırılmaya başlandı. Kime tahsis edilecek belli değil. Kalanlar da telaşlı. Can havliyle her gün sallanan bölgelerinde tutunma mücadelesini hala vermekteler. Sonlarının ne olacağını hiç bilmeyerek / düşünmeyerek.

Mezarlıklar doldu, insan koyacak yer dahi ABD parasıyla satıldığı korkunç bir sanrının içindeyiz. Ağaçlarımız yekpare koruyor bir bir, ırmaklarımız şişelenme sırasını bekliyor. Dağlarımız maden cennetiymiş meğer, her gün sonrası bir zirve dinamitleniyor. Meğer ne çok starbucks kahvesi seviyormuşuz da haberimiz yokmuş bizim. Uzun kuyruklarda beklemek cabasına. Heyhat… Ormanlarımız yanıyor bir şekilde. Kesip atıyor birileri nefes borularımızı. Genç çocuklarımız Avrupa’ya kapağı atma kavgasında. İlaç kartelleri rant uğruna insanlarımızı kanını emiyorlar. Medya dersen işinde gücünde, oyununda, rantında. Sahte pendemilerle psikolojilerimizle oynadı birileri. Tüketileler bizi. Eriyoruz, saflarımız dağıldı, soframız zehirlendi, sayfamız yırtıldı, soffamız yıkıldı. Kısacası çölleşiyoruz. 

ABD eski Başkan Trump’un tutuklanma hikayesinden dünyaya kocaman bir balans ayarı vermek üzere düğmeye basıldı bir kere. CIA Pentagon’da kimbilir yine hangi şeytanlıkları planlayacak. Rusya gibi ülkeler cevabını vermesini verdi de Ya bizim gibi orta ligde oynayan bir ülke bu ekonomi kıskacından bir türlü kurtulamadığının sebebini neye bağlıyor acaba? Çok düşünmemiz lazım. Çok ince eleyip sık dokumamız.  Belkide atalarımızı dinleyeceğiz biraz. Şapkamızı önümüze alıp düşüneceğiz. Büyük lokmayı yiyeceğiz ama büyük konuşmayacağız. Sapla samanı birbirinden ayırtmalıyız artık. Dimyatta pirince giderken evdeki bulgurdan olmamayı da öğreneceğiz. Galiba hiç biri umurumuzda değil. O vakit her şey müstahak bize? Müstahak ne anlama geliyor onu da bilemiyoruz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu