Bir Tanışamama faslı…
Biz birçok insanın kendisini tanımıyoruz. Biz birçok insanın milliyetçiliğini tanıyoruz, dindarlığını deneyimliyoruz, sosyalistliğinden haberdarız. İnsanlarla tanışamıyoruz. Kimsenin, çevresine kendinden verebileceği, dünyaya kendinden pazarlayabileceği bir şey yok. Ortadoğu bu yüzden ağır psikopatlarla dolup taştı.
Bu ideolojik veya kurumsal inanış şekillerinin hiçbiri savaştan, kavgadan, kötülükten el etek çektirebilmek için değil burada… Bunlar çok özenle inşa edilmiş kaçış rampaları… Ve bu rampaların hepsi insanlar sadece kendinden kaçabilsin diye var; insanlar merhametlerini, nezaketlerini, samimiyetlerini ve en mühimi kendilerine ne kadar dürüst olduklarını görüp ölçemesinler diye var. Kime ne kadar samimi olmamız, kime ne kadar nezaketli davranmamız, kime ne ölçüde merhametli olmamız, kimlerle kavga etmemiz, hatta ne karakterde biriyle evlenmemiz gerektiğini birileri çook önceden yazmış bilinçaltlarımıza. Sonra bunun adı “yazgı” olmuş. Herkes birbirine kaş çatıyor lakin herkes aynı oyunun içinde ve herkesin ipi aynı cinsten… Dindar geçinenler, henüz insanı (kendini) tanımadan Tanrı’yı bulma derdinde… Dava adamı veya devrimci olduklarını iddia edenler ise niteliksiz nicelikler oluşturmayı şiar edinmiş, öylece gidiyor.
Peki biz, bu kadar fikirselliğin havada uçuştuğu bir yuzyılda kendimizi hala tanıyamadıysak; yeni dünyanın üzerimize konduracağı yeni ve insani olmayan kimliklere karşı nasıl bir kendilik geliştireceğiz?
Geçtiğimiz yüzyıl “Ben kimim?” sorusunu sordurmadıysa; bu dijital çağ sordurur mu? İşler gerçekten kolay değil…
Bir düşünelim bence…
Bir gönlü güzelin dediğince:
“Vah dervişim,
Fallar boş,
İşler yaş!
Tepede sallanıyor bak;
Geçmişin kopardığı onca kesik baş…”
Bedirhan Kurtoğlu