Malum, daha çok bazı resmî kurumların duvarlarında görmeye alışık olduğumuz, Atatürk’ün ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözünün ne kadar değer atfettiğini tam olarak bilmiyoruz. Ve belli yasaların güvence sağladığı vatandaşlık hakları, adaletin işleyiş temeline göre kişi haklarını korumayı mahfuz kılar.
Adalet arayışı yüzyıllardan beri farklı toplumların en büyük arzusu olduğuna bahisle, ‘adalet bir gün herkese lazım olur’ şeklinde tek bir cümleye sığdırılarak; aslında kitap dolduracak bir tanımın kısaltılmış halini ortaya çıkarmakta.
Eğer halkın var olma nedeni ve tarihi üzerine kafa az yorduysanız, hayatın işleyişi şekline göre yaşam standartlarına bakmalısınız. Devlet ile halk arasındaki bağlantı noktasını belirlemede yine halkın üretmiş olduğu kavramlar ve bu kavramlar içerisinde en önemli unsur adalet karşınıza çıkar ve yine bu kavramlara muhakkak baş vurursunuz. Devlet ise ‘güven duygusunun’ karargahı konumunlanmasında yer alır.
Şeyh Ebadil’in yüzyıllar önce söylediği ‘İnsanı yaşatki devlet yaşasın’ felsefesi üzerinden konuyu ve ‘halkın anlamı nedir?’ sorusunu irdelemeyi de şiyâr edinemedik bu çerçevede. Peki, halk kimdir, insan nedir, halk neden vardır? Halkın kendisi öyle bir örgütlenme biçimidirki varlığı içinde devlet olsun, peki halk devletin neresinde veyahut devlet halkın neresinde, adalet neden en büyük ihtiyaç, halkın varlığının neye/kime hizmeti, halk yeri geldiğinde devletten kopuk bir organ olarak düşünülebilir mi?
Halkın varlığı devletin varlığı ile eş değer olduğuna göre ve bu düsturda hemfikirsek eğer karşılıklı rıza göstermeleri elde olan tek şey. Halk, devlet kurumları ile adalet üçgeni arasında teşekkül eden totaliter yapısı devletin temel iç güdüsünü tesis eder. Halkı bu üçgen içerisinde çekip çıkardığınızda –devlet– dediğimiz canlı yada cansız metabolizmanın fişini çekmekle aynı anlamı taşır.
Halkın devletine karşı sorumlulukları bulunur. Devletin de bilakis aynı şekil halkına karşı yine hakeza benzer sorumlulukları vardır. Halkın can güvenliğinin temini, affet ve diğer doğa felaketler esnasında en ani-hızlı yardım elini uzatmak, yasalar dahilinde belli niteliklere sahip halkın barış ve güven içinde yaşamını sağlamak, savaş durumlarında en asgari şekilde halkın can ile mal güvenliğini korumak üzerine refleksi belirleyen gücün varlığıdır devleti tanımlayan ana etken.
Ülkemizde 11 il’i etkisi altına alan deprem felaketinde hayatını kaybeden 48 bin civarı canımız ve yüzbinlerce yaralının acısının çok taze olduğu şu günleri bir yana bırakalım bir an.
Deprem yaralanının sarılıp sarılmadığını da. Halk’ın geri kalanı, bu 11 vilayette yaşayan yaklaşık 15 milyon insanın göç hali, sosyal sınıfsal farklar, aniden içine düştükleri feci handikap karşısında maddi olanakları, bina enkaz altında kalan aileleri ve sevenlerini bir daha görememe psikolojisi.. Hepsi bir bütün halinde değerlendirildiğinde gerek yerel siyasi yapılanmalar gerek İktidar partisi yöneticileri ile muhalefet partileri arasında ciddi bir koordine zaafiyetinin yaşandığını gördük, izledik.
Beraberinde yıllarca adeta tek görevi ‘yiyicilik’ olan imar baronlarının nasıl kanlı bir ihanet konsorsiyumlarını oluşturduklarını da…
Ve Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde 11 ilimizi vuran deprem mağdurlarının gıda, giysi, barınma, kalacak yer, eğitim, sağlık yardımı yanında diğer bir isteği de adaletin tecelli bulması. Halihazırda devletimizin yasaları dahilinde halkın mağduriyeti giderilmesi ile eş zamanlı olarak, sağlam bina yapmayan imar baronlarının tasfiyesini de görmek istiyor. İşte burasını hiç kimse konuşmadı? Bir tek istifanın olmadığı sürecin sonunda muhtemelen yeni ihaleler almaya hazırlanan konsorsiyum daha çok paraları kazanacağını biliyor olmalı.
Oysa halkın devletinden beklediği eşitlikçi yaklaşım, yüzyılın demokratik gereklerine uygunlukta, ‘şeriâtın (hukukun) kestiği parmak acımaz’ ilkesiyle bundan sonraki sorunlarını gidermenin teminatını tavil ediliyorsa geriye kalıyor tek bir soru. O soruyu soralım: Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devleti ve hukuk devletinin yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyorsa; bir deprem fay hattı üzerinde yer alan bölge ve illerin yöneticileri gerekli önlemi almakla birinci elden sorumlu oldukları halde neden bu suistimal karşısında yasalar derhal devreye girerek salt ceza yasalarını uygulamayı düşünmedi?
Yıkılan veya yıkılması kararlaştırılan binlerce binanın inşaat aşamasında belliki imalat hataları yapılmış, statik mühendislik esnasında yapı denetim firmalarının görevlerinde yurttaşların öngörülebilirlik güvencesi haklarını çiğnemişler, mütehait firmanın kullandığı malzeme-ustalık ile diğer kalemlerden ‘çalarak’ binaların sağlamlık derecesini minimum seviyeye indirgedikleri… Kaldıki fiyatlarını en maksimum seviyelere çekerek diğer yandan halkın sağlam mülkiyet, en yaşanılır konut edinme imtiyazını ‘garantilidir’ başlığı altında ‘pahalı hizmet’ şeklinde pazarlama tekniğiyle kast ettikleri ortada iken…
Geriye, sanki basit bir fiş üzerinden ‘sözleşme kontratlı’ alışveriş yapıldığına dair betimlemeyi gösteren sağlıksız, usülsüz adeta muhatapların her halükarda hiç bir cezai müeyedenin yaptırım gücünün uygulanmayacağı tapu senedi gibi teminatı kalıyor.
Binlerce insanın hayatına neden olan, yuvaları yıkılmış, borç harç kredi ile satın aldıkları evlerin yıkımı inşaat baronlarını asla ve katta durduramayan, suç teşkili oluşturduğu halde hatalı bina yapan imar baronlarını böyle hunharca davranmaktan alıkoyamayan şey nedir?
İmar baronları işledikleri suçlar karşısında, hukuk devletini aciz bir halde gösteriyor, ceza maddeleri arasında yer almayan, sanki gizli bir maddenin varsıl ayrıcalığının dokunmazlığından istifade etme gücünü nerden alıyor bunlar?
Defalarca yazdık, zarar yok yine tekrarlarız. Sözüm ona halkın hayatlarına üstelik parasını da alarak ipotek koyan tüccar zihniyetli imar baronlarının tüm toplumun telif hakkını sanki satın aldıkları bir tavır içinde olduklarını görüyoruz. En son 15 ilde yıkılan binaların sorumluları olarak 269 kişi tutuklandı, 320 kişi ise adli kontrol sebebiyle serbest bırakıldı. Binlerce can, yıkılan binlerce bina ve yok olan hayatların sayıları binlerle tarif edilirken mesuliyeti bulunduğu gerekçesiyle tutuklananların sayısı bu oranın binde kaç’ını temsil ediyor acaba? Sayılar arasında bile çok afaki farkların bulunması asıl suçlulara ulaşılamadığını gösteriyor. Asıl failler elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmaya devam ettiği sürece suç öbeği sayısında bir değişikliğin olacağını düşünmek zor.
Aslolan halkın çıkarları, kaybolan hakları, dahası can ve mal güvenliği gibi bir çok başlıkta ayrı bir hassasiyet gösterilmesi ayan beyanken; halbuki yukarıda söz ettiğimiz halkın çıkarlarına, kaybolan haklarına, can ve mal ve mal güvenliğine aykırı cürüm işleyenler tarih boyunca nasıl farklı yöntemlerle cezalandırılmışsa günümüz ceza hukukuna göre ‘yinele’ cezalandırılması mukabilinde olmalıdır.
Örneğin cinayet, örneğin hırsızlık, örneğin linç, örneğin yalan beyan nasılki hukuken işleyen bir caza infazı hükümlerine tabi ise hem ahlaken kabul edilmeyen, hem dinen uygun olmayan ve üstelik hukukta suç olan bir binayı gelişi güzel yapmak ve insanların hayatlarına kast etmekte aynı şekil yargılanmayı gerektirir. Kamu otoritesi bunun için vardır ve suçlular ne olursa olsun, makam-mevki-kariyeri gözetmeksizin cezalandırılmasına yetkili kılınmış makamlarca karar verilmeli.
Tüm bu bilinen yöntemlerden yola çıkmış olalım, depremin feci sonuçları ortada. Bir aydan fazla zaman geçti. Anlaşıldığı kadarıyla sanık sıfatında olması gerekenleri tespit etmekte ya bir şeyler eksik yapılıyor yada ters giden bir şeyler var. Olayların bütünü birbirine bağlı olduğu halde zincirin ilk halkasına dokunulmayınca geri kalan diğer halkalar doğal olarak tüm suç hallerinden muaf kılınıyor.
Kırmızı ışıkta geçmenin dahi bir para cezası olduğu günümüz yasalarında yapım aşamasındaki usülsüzlüklerden dolayı yıkılan binlerce milli servet binanın ve kaybettiğimiz canların hesabının çok azınlık, avuç içi kadar insanın tutuklanması ile geçiştirmek toplumun kafasında bekleyen en büyük soru işareti şu an.
Mesela Malatya’da yıkılan 1305 binanın sadece 2’si yapı denetimli imiş. Ya diğerleri? Hiç biri denetlemeden geçmemiş daha sonra imar barışıyla iskân belgesi almış olan yapılar.
Bir diğer husus, Malatya’da 1305 bina yıkılıyor ama sadece Battalgazi belediye Meclis üyesi ve Belediye başkanı yardımcısı Zafer Kırçuval (oteli yıkıldığı için) ile iki mütehait, iki yapı denetim mühendisi (bilinen) tutuklananlar arasında. 1305 bina karşılığı üç beş kişi’nin tutuklanması elbette toplumun gazını almaktan başka bir şey değil.
Eğer zamanında önlemlerimizi almıyorsak, suçluları işledikleri suçlardan dolayı cezalandırmıyorsak ve bunun gelecek yıllara emsal taşıyacak kapı gibi yasal prosedür uygulanmıyorsa aynı hataların tekrarlanmasını hiç bir güç durduramaz. Ülkemiz sınırları dahilinde yasalar herkesi bağlar ve bu nedenle mevcut yasalar hayatın, toplumun, halkımızın temel güvencesi olma şüphesine dahi asla mahal vermemeli. Her şeyi kılıfına uyduran bir zihniyetin, hiç hesap vermeden ve kolektif bir seviyesizlik örneğinin halkımızın gözlerine adeta soka soka yapma cüretini gösteren böylesine tehlikeli bir anlayışın ülkemizi getireceği noktayı düşünebiliyor musunuz!?
Bir şeyler de toplum için var olmalı. Yıkılan binlerce bina, hayatını kaybeden onbinlerce insanımız, mağdur olan ve memleketlerini terk etmeye mecbur kalmış sayıca tarif edilemez insanımızın olağan sonuçlarını düşünsenizde tartışmaya bile açamıyoruz. Türkiye üniter, hukuk üstünlüğü bulunan, demokratik bir ülke. Veya öyle biliyoruz/inanıyoruz. Hiçbir sınıfsal farklılığa izin vermez. Yurttaşlarının özgürlük ve kişilik haklarını saklı tutar. Fakat ne varki deprem felaketinin 11 ilimizde yaptığı psikolojik, sosyolojik ve maddi hasarlı yıkımın cezai tablosu her nereden bakarsan bak yetersiz olduğunu hem vicdanen, hem hukuken kabul etmeliyiz. Sonuçta, mütehaitten tutun, belediye yetkilileri, belediye başkanları, yapı denetim merkezleri, beton santralcisinden, mühendisine kadar uzanan ‘hiyerarşik’ sıralamada deprem felaketinin müsebbipleri adeta ödüllendirilmiş sayılmaz mı?
Hunharca ve sırf rant odaklı yapılan onca usülsüzlük biçimini görmezden gelme lüksümüz olamaz. Yapmayın beyler yapmayın! Deprem felaketinin yer açtığı tahribatın birinci elden sebep olanlarının kartvizitlerine baktığımızda iktidarın gücünden faydalanan veya iktidara yakın olan isimler olması, suç faillerinin bu kadar rahat davranmasını sağlıyor olmasın mı? Elimizde hala herkesin uymak zorunda olduğu bir yasa var. Hâlâ ona inanmak zorundayız. Halkımızın kafasındaki soru işaretleri de giderilmelidir. Halkımız istiyorki bunca yıkımın failleri tek tek hesap versin. Şehirde bir avuç insanın iktidarın gücünü arkasına alarak sınır tanımadan, suç işlemesi veya işlemeye devam etmesi, kendilerini yasalar ile halkın üstünde gören tekelleşmiş bu despot mütehait güce ne olursa olsun müdahele edilmesi kamu yararına zorunludur. Tabi kamu yararı diye bir şey kaldıysa.
Biliyorum, siz değerli hemşerilerim uzun yazı okumayı sevmiyorsunuz. Son bir ‘neden bu kadar uzun yazıyorsun’ ikazınızı aldıktan sonra; toparlamak gerekirse inşaat çılgınlığına artık bir son verilmeli. Görülüyorki şehrimiz ve diğer 10 şehir bir inşaat şantiyesine dönüşeceği şüphesiz. Elbette insanlarımızın mağduriyeti giderilmelidir fakat yine ve yeniden sabıkalarında binlerce insanın kanı bulunan inşaat baronları, firma ve ortaklaşa inşaat işlerini koşturan siyasilerin yasalar eliyle ayıklandığını gösteren bir adım atılmasını bu halkın öncelikli bir talebidir. ‘Yok böyle iyidir, bizden diyorsanız da ‘adalet bir gün herkese lazım olur.’ Dahası yıkılan binlerce bina, hayatını kaybeden binlerce insanın hesabını öbür dünyada ‘kader böyleymiş’ diyerek sorulmasını beklemeye bırakmadan yasalar çerçevesinde, şayet yapılaşmada suistimal var ise bir kere failler hukuk karşısında çıkarılmalıdır. Çıkarılması arz olunur.
Belki bu haksızlık ortamında, hukuk tanımazlar İçin adaleti çağırmak şahsım açısından risk oluştursada, hiç bir güç gerçeği değiştiremez. Ve gerçek olan sadece bunlar. Yoksa devletimiz yasalarının halkın gözünde niteliksizleştiği gösterilse daha mı iyi olur?