Köşe YazılarıMalatyaManşetSanatSiyasetVitrin

Yeşilyurt’ta yaşayan bir tarih: Abdurrahman Yavuz

Malatya’nın değerleriyle ilgilenmiyoruz. Göz önünü dolduran mevcut dönemin önemli figürleri haricinde geriye dönüp bakmak, bir zamanlar bu şehrin mukadderatında rol almış isimlere uğramak, onların kimliksel, siyasi ve kültürel mücadele biçimlerinin bu dönem hafızasıyla harmanlamak kimsenin aklına gelmez. 

Halbuki onların engin bilgi, tecrübe ve olaylara bakış açısı ile konulara hakimiyeti çok daha berrak, çok daha derin. 

Geçen bir yakınım vasıtasıyla tanıdığım Abdurahman Yavuz’da onlardan biri. Uzun uzun sohbet etme fırsatı bulduğum Abdurahman üstadımız Yeşilyurt’un (çırmıhtı) Gündüzbey illeri gelen ailelerinden. Sanayici ve yatırımcı kimliği ile 60-70’li gibi Türkiye’nin ciddi handikaplar yaşadığı dönemde 20 yıl’dan fazla zamanda MTSO  (Malatya Ticaret Sanayi odası) başkanlığı yapmış, sadece MTSO başkanlığı yapmakla yetinmediği gibi bir de TSOB (Türkiye Sanayi Odalar Birliği) yönetim kurulunda yine uzun yıllar aktif bir hayatı olmuş. 

84 yaşına gelmiş Abdurahman üstadla sohbetimiz esnasında olayları analiz yetisi, her dönemi net verilerle aktarma kabiliyeti, zamanın naif ruhundan çıkagelen incelikleri tarif etmesi insanda farklı bir saygı uyandırıyordu. Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit gibi liderlerin sofralarında oturmuş, fikir alış verişi yapmış, karşılıklı önerilerde bulunmuş, içinden geçtiği farklı siyasi dönemlerin kodlarından etkilenerek, bugünün siyasilerin siyaset söylemleriyle tahakküm etmeye çalıştıkları konjuktoru açıkçası bugünle kıyaslarken bir çok sitem ve temennilerini de kendine has üslubuyla dile getirdi. 

İstanbul Florya semtinde bulunan Beyti kebap salonu konseptinin aynısını şehrim Malatya’ya yapacağım demesi bile ciddi bir başarı öyküsü. Sadece başarı mı? Topraklarına olan ahde vefa’nın da sembolü haline geliyor. ‘İstanbul’da var neden Malatya’da yok, Malatya’da da olsun…’ mantığının galip gelmesi sonrasında 3,5 dönüm alanlık Beyti’nin aynısını Malatya Yeşilyurt’ta 7 dönüm alan üzerine inşa ediyor. Hemde konseptini daha da geniş tutarak… Adına “Kirazlı Konak” denen düğün salonu, kır lokantası, VİP konferans salonu, kendin pişir kendin ye ortamı, oyun parkı, 500 m2’lik dev mutfak, özel misafir odaları, toplantı salonları birinci sınıf malzemeler ile şık ortamın açıkçası Malatya’ya bir beden bol gelse de içimde derin bir gurur duymama neden oldu.

150 kiraz ağacının bulunduğu kirazlı Konak tesisi başlı başına ciddi bir entegrasyonik mekan, Yeşilyurt hikayesini en başından tazeler nitelikte, doğanın içinde bir lütuf gibi olması yanı sıra asıl oraya renk katan başka bir şey var. Yaşayan bir tarih sıfatıyla Abdurahman Üstadın orda bulunması, dostlarını ağırlaması, ikramda bulunması, hoş ve dolu sohbeti adeta mekana ayrı bir hava katıyor. 

Malatya’ya merkez bankasını ilk olarak getirirken binayı satın alamayınca bizde kiraladık derken o günlerin yokluk ile gurur ve samimiyetinin sesinde nasıl biçimlendiğine tanık olabildim. Üstüne bir tebessüm etti. ‘Geçti gitti’ anlamında eli bir kalktı tekrar indi dizi üzerine. Kahvesinden kocaman bir yudum aldı. 

Heyhat…

Önder tekstil bünyesinde Bluewear markasını şehre kazandırmış ama yıllar içinde daha büyük markalar karşısında rekabet etmeyince marka olduğu salt haliyle kalmış öylece.

Bu yaşımda her konuda, herkesle konuşabilirim, tartışabilirim…’ demesi… Sesini biraz daha naifleştirerek ‘peki kim konuşamaz bilir misin?’ diye soruverdi. ‘Çalan çırpan, insanların haklarını yemiş, mesulu iken bir şey yapmamış olanlar konuşamaz’ dedi. ‘Onlarda konuşuyor’ şeklinde ironik bir atıfta bulundum. ‘Doğru, herkesten çok konuşuyorlar. Hatta sesleri olduğundan fazla çıkar ama herkesin yanında her ortamda konuşamazlar onlar’ dedi. Çünkü kalplerinde onları frenleyecek bir uhde var. Sonra sözü bugünün siyasilerine getirdik. ‘Malatya’da birşeylerin iyi gitmediğini hissediyorum. Belki de bizim dönem farklıydı şimdi farklı’ deyiverdi. 

Evet, bizde tarih ve hemen her olumsuz şey sürekli tekerrür eder, ama ben yine de günümüzde geçmişin aynen tekrarlanmayacağı konusunda kuşkuluyum sözünü de okkalı kahvenin yanına masaya indirmişti. 

Üçüncü kuşak torununu mutlaka tanıştırmak isteyecek kadar ince düşünen…

Pasta, börek, çörek yerine bahçesinde kendi eliyle yetiştirdiği meyveleri ikramda bulunacak kadar hassas, misafirperver…

Her söyleneni nezaketle dinliyor, ardından cevap verecek kadar gün görmüş…

Bey, buyurun, siz şeklinde hitabıyla sürekli onure edecek kadar saygın…

Yorumları, ortaya koyduğu tezler, aktif olduğu dönem ile ilgili örneklendirmeleri, biçimler, karakterler ve bir çok isimler… 

Yaşından çok daha illeri, çağa ayak uydurmakta en entelektüel!

Varlığı, yokluğu, şehri, insanı, dostluğu, tabiatı, parayı, ticareti, yatırımı, saygıyı, sevgiyi en ince ayrıntısına kadar bilen bu insanlara aslında biz bu günün çocukları olarak ‘bir özür’ borçluyuz. Onları yeterince dinlemedik, anlamadık, onların bize her defasından ne vermeye çalıştığını kendi labaratuvarlarmızda kriminalize edemedik. En önemlisi hissedemedik biz onları.

Abdurahman Yavuz üstadımız veya o yaşlarda büyüklere ihtiyacımız var bizim. Onların bilgelik yönünden istifade etmek, hayatın gerçekliğinden elde edilmiş tecrübelerinden faydalanmak, her söylediklerinin korkunç bir metafora işaret ettiğinden az da olsa esinlenmek… Sanırım bizler hepsini o treni de kaçırdık. Tv, telefon, internet ile televole kültüründen feyizlenerek büyümüş bizlerin artık bu saatten sonra bir Abdurahman Yavuz ne demek, ne söylemeye çalışıyor, ne yaptı vb sorunların üstesinden gelmeye hazır değiliz. 

En iyisi mi keşke siyasiler, siyaset adayları, belediye başkanları, il başkanları, ilçe başkanları, Meclis üyeleri önce gidip bir Abdurahman Yavuz ağabeyi bir dinlese, ardından ne yapacaksa yapsınlar. 

Daha yakışanı, sonradan ortaya koyacağı tabloyu, kullanacağı dili, siyaset ölçütü veya siyasi entrikaları bizzat yaşama geçirme niyetini…

Şu iddiamla ne söylemeye çalıştığımı anlatayım: Biz bize dayatılanı, popüler ve güncel olanı savunduk daima. Yanıbaşımızda, bizden olanı görmedik. (Aslında görmeye tahammül etmedik.) Hayatın asıl imgelerini burada kaçırdık sanırım. Sonra hakkımızda iyi birşeyler söyleyecek kimseyi bulamıyoruz. Eylemleri nasıl yorumlanacak? Kaybolduğu günleri, geçirdiği hayat hikayesini, karşılaştığı insanları, başarı öyküsünü ve kendisiyle ilgili yazılacak bir metin onlar üzerinde nasıl bir etki bırakacak? Önce bizden olanlara sahip çıkacağız, tanıyacağız, dinleyeceğiz ve yazacağız. Onları bulduğumuzda da meraklı sorularımıza muhatap olacaklar? Ardından “Neredeydin?”sorusuna verdikleri tutarlı cevaplarla iyisini daha iyisini yapmaya gayret göstermek konusunda önümüzü açacak. Yoksa, elimizdeki helal hazır hallerle hiç bir şey olmayacağı kesin.

2 saat vakit geçirdiğimiz Abdurahman ağabeyden nihayet hatır istiyoruz. Günün son ışıkları çırmıhtının yüzüne perde perde vuruyor, damarlarıma süzülen ise bir umut. 7 dönümlük sofistike makan kirazlı Konak’ı bize tek tek gezdirdikten sonra kapıya kadar kendi uğurlaması ve vedalaşmalar alıyordu yerini. 

Ah şu vedalar, içerime hep bir sancı olarak saplanmıştır. 

Bir zamanlar bu şehirde önemli ticari operasyonlar yapmış Abdurahman Yavuz bir anıt gibi ait olduğu topraklarından bıraktık. Bütün bilgeliği ile orada duruyor. Bugüne değin kafasındaki hayatın dışında farklı ve gerçek bir hayatı, çok değişik bir ütopyayı tanımak isteyenler buyrun başvursun derim. Ama dinlemeyin sadece hissesinde… 

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu