Tarihten Bir Yaprak!
Sigaraya nasıl başladım, öyle mi? Ergenliğime veya bir talebeyken okul bahçelerindeki yıllarıma uzanan bir menkıbe beklemeyin hiç. Sigarayla aram hiç iyi olmadı, kokusundan iğrendim, tiryakilerin bağımlı hâllerini de zayıflık olarak gördüm. Gençlik yıllarımda herkes fosur fosur içerken ben uzak durdum. Sonra yıllar geçti, ülkeler sağlık giderlerini azaltmak için sigaraya savaş açtı; eski tiryakiler ondan kurtulmak için çareler arar oldu, ben tuttum sigaraya başladım. Hem de ne münasebetle?
Geceleri uyku tutmazdı bazen. İsmini buradan zikretmek istemediğim bir dergi vardı haftalık o dergi için yaziyordum. Yeni bir arastirma çalışmasını yetiştirmek, bir bölümü bitirmek için geçe kalırdım, sonra da uyuyamaz, biraz hava almak için dışarı atardım kendimi. Bir gece Necip Mahfuz çevirirken uykularım kaçtı, çektim paltomu sırtıma düştüm yollara. Ayaklarım nereye götürürse artık. Genelde Kızılay civarına götürürdü ama. Bir sabahçı kahvesine. Etimesgut’da Fevzi Paşa Caddesi’ne düştüm. Herkes akşamdan kalmadır orada. Geceden kalma. Uykudan kalkmış da gelmiş değil, uyuyamamıştır hiçbiri. Orada uyuklamaktadır. Veya elinde kuru bir simit, çaya katık etmiş, karnını doyurmaya çalışmaktadır. Yorgundurlar. Hem hayat yormuştur hem gece. Konuşmaya mecalleri yoktur. Hiçbir şeye ne mecal ne heves. Beni oraya çeken belki de budur. Bu iddiasızlık. Maskesizlik. Makyajsızlık. Mağlubiyet ve mahviyet.
0 gece de gediklilerin yanı sıra tek tük yeni simalar vardı. Hepsi oraya o görev için tayin olmuşcasına sigaralara abanıyorlardı, eskiler de yeniler de. Sigara içmeyen bir bendim. Bununla ilgilenemeyecek kadar bezgin olmasalar tütün içmeyen birinin bir sabahçı kahvesinde ne işinin olduğuna dair şüpheci sualler sorabilirlerdi. Sigara içmeyecek kadar düzenli bir adamın sabahçı kahvesine gelmeyecek kadar da uyku düzenine sahip olması gerekirdi, değil mi ya?!..
Gediklilerden biri tam karşımdaki masada oturuyordu. İlk kez bu kadar yakındık, ellerinin tuhaflığına ilk kez dikkat ediyordum. Hayatını demirci olarak veya taş ocaklarında geçirmiş olsa gerekti. El dediğimiz uzuv gerçekten acayiptir, yaptığın işe göre acayip şekiller alabilir. Dayının iri dallar gibi uzayan parmakları arasında sigara tek nefeste sonlanacak fani ve ufak bir nesne görünümündeydi. Sararmış bıyıkları, çökkün avurtları, gözkapaklarına dökülen kaşları apayrı manzumeler okuyordu. Bir roman kapağına bakar gibi dalmışım, gülümsediğinin farkına muhtemelen işareti geç vardım. Gel şu iskemleye otur diye bir göz yaptı, çok teklifsiz bir teklifti, usulca geçip oturdum.
Tabakasını açtı, bir sigara sarmaya başladı. İçtiği sigarayı kül tablasına koyarak. Sararmış bıyıklarına sürterekten diliyle kağıdı ıslatıp sarma işlemini tamamladı ve bana uzattı. “Ama ben içmiyorum ki!..” Dedi ki: “O eskidendi, şimdi içeceksin!..” Sigarayı parmaklarımın arasına zorla geçirirken anlatmaya başladi, tabi muhtar çakmağıyla yakmayı da savsaklamadan.
Dedi ki: “Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sını okudun mu? Okumuşsundur, okuryazar bir tip var sende. Hatırlıyor musun, orada meşhur bir kısım vardır, usta devrimcinin yanına acemi devrimciyi alıp yola çıktığı. Acemi, ustanın yanında yolda çıraklık edecek. Nere gidiyorlardı? Meyve toplayıcılarının grevine desteğe. Usta devrimci iki sigara sarıyor, biri kendisine, diğeri çırağına. Çırak diyor ki: “Sigara kullanmıyorum.’ Usta da diyor ki: ‘Bugün itibarıyla başladın!… Çırak şaşırıyor tabi. Usta devam ediyor: ‘Gittiğimiz yerde insanların seninle paylaşacakları tek şey tütünleri. Onu da paylaşamayacak olurlarsa seninle ne konuşabilirler; sen ne anlatabilirsin onlara?!..’ diyor. Böylece sigaraya başlıyor çırak. Tıpkı senin şu an başladığın gibi. Benimle bir sigara bile paylaşmayacak olursan ne konuşabilirim ki seninle, bana ne anlatabilirsin?.. Şimdi anlat bakalım genç dostum, seni bazı geceler buraya getiren şey nedir?
Nedir senin hikâyen?..”
İşte böyle. O gece başladım sigaraya. Sabahçı kahvesine gittiğimde içtim. Yanımda sigara götürüp onlara ikram ettim, onlarınkinden otlandım; orada bulunabilmem, onlarla sohbet edebilmem için bir vize işlemiydi sigara içmek, yaptım ben de o işlemi. Sonraları derin sohbetlere daldığım tiryakilerin de tütsülerine refakatçilik ettim. Bir tiryaki olmadım ben ama. Kendisinin neye yaradığı, hangi ihtiyaca karşılık geldiği, hangi eksikliği telafi adına insanların yöneldiğine dair kafamdaki kuş kuları gideremediği için bağlanamadım ona.
işte böyle sevgili okur. Hep siyaset, isyan, figan olmasın istedim. Biraz da gönül olsun, hüzün olsun, dert olsun diye bir Ankara mazimi seninle paylaştım. Ankara’da ki sabahçı kahvehanesine selâm olsun. Sanmayın ki Zahid ve Zülal’i unuttum.
Yasin Övüt