DünyaGenelGündemKöşe YazılarıManşet

“Söz veriyorum iktidara geldiğimizde Kemal Kılıçdaroğlu’nu Suriye’ye göndereceğiz” diyen Suriyeli avukat

Her zaman yazılarımızda belirttiğimiz üzere bugünün değerlendirmelerini yapabilmek için tarihi, toplumları ve sosyolojiyi bilmek gerek. Kavramlar ve metodların değişim rüzgarı arasında bazen kendi konumumuzu güncellemeyi ihmal etmemekle birlikte, nereye savrulduğumuzu gözlemleyebilmeli, konuları partizanlık hırsı üzerinden değil bir ülkenin milli duyguları birlik beraberlik potansiyeli üzerinden ele almalıyız. 

Yerel siyaseti konuşmaktan, üçüncü sayfa haberleri ile magazin kaynaklı şov kahramanlarına zaman ayırmaktan, asıl oyuncular yerine piyonların öne çıkma furyasına laf yetiştirmekten, futbol takımı tutar gibi siyasetçi ve parti tutmaktan çoğu kez bizi biz yapan gerçek resmî göremediğimizi “A” şıkkı olarak işaretleme cesaretini göstersek ne olur?

Fotoğraf: Twitter

Onun için kadavra siyasetinin bize yarayışlı olmadığını en başından kabul edelim. Hem toplum olarakta buna hazırlıklı değiliz. Çok uç bölümlere ayrılmış ideolojiler toplumsal diyalektiği pasifize hale getiriyor. Özelikle son yıllarda siyaseti gerginlik oluşturacak bir mecra olarak kullanmak yada kullanmaya elverişli hale getirmek gitgide benliğimizin dehlizlerinde meydana getirdiği sosyal yıkım boyutunu gözler önüne serdi. Ayrıca kutuplaştırma, ötekileştirme, ayıştırma, dışlama, konsolide etme hepsi silahsız, tanksız tüfeksiz icra edilen psikolojik harpten öte bir şey olmadığını düşünenlerdenim ve biz kaybeden tarafın erleri olmaya doğru evrildiğimizi lütfen birileri çıkıp söylesin artık.

Onun içindirki 84 milyon nüfus, Doğusu-Batısı, Karadeniz-Ege, iç Anadolusu ile cennet gibi bir yurt, kadim Köklerimiz, soylu geçmişimiz, Ergenekon’dan Mezopotamya’ya uzanan efsane’i serüvenimiz, Selçuklulardan Osmanlı’ya, mavi vatanımızla Türkiye Cumhuriyeti devleti mevcut sınırlarımız içerisinde bütünleşen, Misak’i Milli hudutlarına orantı olarak ay yıldız bayrağımız altında; insani, ahlaki, kültürel ve inanç kodlarımızı yeniden formatlayacak hatta şoklayacak derin bir senteze ihtiyaç var. 

Geçmiş ile gelecek arasında muhakeme kuracak bir akıl.. Millet olma ferasetimizi yeniden tayin edecek bir misyon.. Özümüze, ekmeğimize, mahallemize, toprağımıza dönüşün haritası olacak bir şey. Ne zaman, nasıl olur bilmiyorum ama şu şartlarda içinde bulunduğumuz hal hiç iyi bir hal değil. 

Siyaset çılgınlığı almış başını gidiyor. Siyaset eşittir ihale almak, kestirmeden köşeyi kırmak olmuş diğer adı. Parası olanlar daha zengin olmak niyetiyle siyasete girip derhal pastadan pay almaya bakıyor. Sen değil ben yiyeceğim mantığı. İşsizlik, enflasyon, artan dolar fiyatları, kontrolsüz zamlar, spekülatif faliyetler yetmezmiş gibi aniden canavarca hislerle ortaya çıkan stokçu sektörünün aç gözlülüğü altında halkımız inim inim inliyor şuanda. Temel sorunlarımızı artık istediğimiz kadar sevdiğimiz parti hatrına saklayalım. Ama nereye kadar? 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstüne üstlük bir de Suriye meselesi diye ekstra çözümsüz bir sorunumuz var. Uluslararası güçlerin sorun üzerinden strateji devşirmeye çalışması işleri daha karışık hale getirdi. Yükünü ise Türkiye çekti. 100 milyar dolarlık dev bir bütçe bu uğurda harcandı, harcanmayada devam ediliyor. Dahası Suriye meselesi hakkında kimsenin net olarak ortaya koyduğu bir politika yok. Doğal olarak ne olacağını da kimse bilmiyor. 

2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşla birlikte 10 milyon nüfusluk mültecinin çevre ülkelere sığınmasıyla başlayan süreçte 4 milyonluk mülteciyi Türkiye olarak biz misafir ettik. Bugün 7 milyona dayanmış durumda. Ülkenin bir çok bölgesine kontrolsüz yayılan Suriyeli mülteciler zamanla yaşamlarını idame ettirmek için farklı iş sahalarına başvurdu, kendi iş alanlarını kurdular, nüfus popülasyonu arttı, çoğaldılar, vatandaşlık alanlar oldu, çok düşün bir oran olarak tekrar geriye dönende. 

Mülteci akını ile birlikte ortaya çıkan çarpık politikaların geldiği nokta; kimi taraf Suriyelilerin derhal bu ülkeden gitmesi gerektiğine, kimi taraf din kardeşlerimiz olduğundan onlara bakmakla yükümlü olduğumuza, kimi ise sessiz bir istila şeklinde yorumlayıp daha çok bölgesel hinterlandı kıskaca alan İsrail ve ABD gücünün birer sabık projesi olduğuna sair kaygılarını dile getirmeleri hezeyanları oldu. Her üç sınıfın söylediklerinde haksız oldukları hiç bir yanı yok. Çünkü Suriye meselesine karşı en başından beri net ve düzenli bir devlet politikası uygulanmadı. Doğal gerekçelerle toplumda ciddi bazı endişelere neden olmadı değil. Gün geçtikçe hem Suriyelilerin ne olacağına dair soru işaretleri çoğaldı hemde mevcut sorun devlet ile halk arasında telafisi zor bir şüphenin yeşermesine sebebiyet gösterdi.

Suriyeliler ise durumdan son derece memnun. Türkiye vatandaşı olmak çabaları karşılık görürken, Suriyeli vatandaşlığı ise yan cebinde bir diğer teminat olarak kalmasından şikayetçi değiller elbet.  

İki ülkenin vatandaşı olmak verimliğinden sonuna kadar istifade ettikleri ortada. 

Çeşitli iş, sanat, esnaf, sanayici, doktor, mühendis, hukukçu mesleklerini ülkemizde devam ettiren Suriye’liler geri tarafta arkasında iktidar gücünün siluetinden faydalanmayı, “bizi Ak parti getirdi her istediğimizi yaparız” şeklinde alışkanlık ve inanış yeni bir sosyolojik açık verilmesine neden oldu. Türk halkının Suriyelilere karşı baş gösteren anti reaksiyonu ise buradan peydah olmaya başladı. En son örneğini Suriye asıllı bir Avukat Mustafa Bayırlı’nın  “Söz veriyorum. İktidara geldiğimizde Kemal Kılıçdaroğlu’nu Suriye’ye göndereceğiz” diyecek kadar haddini aşmış olması idi. Mesele daha büyük, Kılıçtaroğlu’na sataşmayı göze almasının çok ötesinde. Altında yatan nedenlerin yaralayıcı bir çok yönü var. Muhtemelen iktidar partisinin sırtını sıvazlayacağını düşünerek yapılmış bu mesnetsiz açıklama sonrası her ne kadar sınır dışı edilmekten kurtulmadıysa da; bu denli hadsiz, kompetan, provakatif söylemin Suriyelilerin ülkemizde yapmak istediklerine cüret etme oranını gün yüzüne çıkardı. 

Aslında tehlike büyük. Aynı tehdidin muhatabı sadece Kılıçtaroğlu değil iktidar partisini de muhataplar listesine eklememiz gerekecek. Şunu diyor açıkça. “Biz 10 yıl sonra parti kuracağız, iktidara geleceğiz veya iktidarda pay sahibi olacağız, bugün bize bu ülkeden tekrar göndermek isteyenleri o gün biz hesabını soracağız, biz Suriye’ye göndereceğiz” mesajıdır veriliyor.

Gaziantep’te avukatlık yapan aynı kişi Mustafa Bayırlı daha öncesinde göç idaresi memurlarına “Kuduz köpek gibiler” demekten de geri kalmamış. Yine Gaziantep’te avukatlık yapan başka bir Suriyeli meslektaşı Salah Aladdin ise “Türkiye’de yaşadığım içim kendimi lanetli görüyorum” diyecek kadar illeri girmiş. 

Konu ile ilgili Gaziantep Valiliğinden yapılan açıklamada, “Sosyal medya hesabı üzerinden provokatif paylaşımlarda bulunduğu tespit edilen S.A. isimli yabancı uyruklu avukatın Karkamış Kara Hudut Kapısı kanalıyla ülkemizden çıkışı sağlanmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur” ifadelerine yer verildi.  

İşte yazının ilk başlangıcında telafuz ettiğimiz üzere tarihi, toplumu ve sosyolojiyi iyi bilmediğimiz-incelemediğimiz taktirde Türkiye devletinin en eski siyasi Partisinin başında bulunan genel başkana söylenmiş bu klişe tutumu sosyolojik eksikliğimizden dolayı normal karşılar, es geçer, bilakis oy vermediğimiz ve hatta görüş olarak onaylamadığımız partinin cenahından olduğu için diyerek sıradan karşılayabiliriz. Ama o avukata herhangi bir yaptırım uygulanmadığı taktirde emin olun Suriye’ye göndermek isteyecekler listesine her gün yeni bir isim sepete ekleyeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Tıpkı göç idaresi memurlarına hakaret ettikten sonra bu kez çıtayı daha yüksek tutarak Kılıçdaroğlu’na saldırması gibi. Bugün Kılıçtaroğlu’na yarın Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Ümit Özdağ, Belki milletvekillerine sırayla ders vermeye devam edecekti emin olun. Bazen duygusal düşünmek üniter bir devlet yapısına zarar verebilir. Türkiye cumhuriyeti devleti bir komşu olarak asli görevini yaptı ve görevini bugün Suriyeli mültecileri ülkelerine sağ Salim göndermek olmalıdır. Belirsizlik, muamma, gizem ise yeni bir işgale zemin hazırlar sadece. 

Suriyeli’lere karşı milliyetçi bir takıntımız yok, olamazda. Kalması gerektiği güne kadar kalsınlar, eyvallah. Misafir, mülteci, din kardeşi, soydaş, komşu ülke, Osmanlı bakiyesi… Hangi tanımla uygunsa ona göre yapalım, tamam başımız gözümüz üzerine. Ama Suriyelilere suriyeliliğini bilsinler. Sokağın ortasına sandalye çekip racon kesmesinler milletimize. Organize olmasınlar. Devlet büyüklerimize ne dediklerini bilsinler. Biz buna karşıyız. Kim oluyorlarda bu ülkenin saygın bir parti başkanına hadlerini aşacak şekilde meydan okuyorlar. Kılıçtaroğlu’na oy veririz vermeyiz ayrı bir şey, kardeşim siz bu cesareti nerden alıyorsunuz siz? Bu tür çıkışlara İzin vereceğimizi mi sandınız yoksa. İşte biz buna karşıyız. Ve de asla kabul etmeyeceğiz!

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu