Çilekeş Anadolu kadını, üzüm asmalarının yaprak verdiği bir bahar mevsiminde kurbanlarını Ege’de, Salihli’mizin yakınlarındaki Gölmarmara’da; Yiğitbaşı Veli Ahmed Şemsettin Marmaravi Hz.lerimizin doğup büyüdüğü topraklarda vermişti. Aynen geçmiş yıllarda da Çukurova’da pamuk, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeği işçisi olan kurbanlar ve içinde bulunduğumuz hasat mevsiminde hala traktör ya da kamyonet kasalarında taşınmaya devam eden kurban adayları gibi…
Alaşehir’e gitmek üzere beklerken tanıştığım istasyon arkadaşım Döndü teyze gibi niceleri de yaşlılıklarında dahi hakettikleri insanca yaşama hakkına sahip değildir. Çoğunun ömrünce bir fotoğrafı dahi olmamıştır. Çekmek için müsaade istediğinde çocuk gibi mutlu olur, yüzlerindeki yılların çilesinin göstergesi her kırışıklıktan bağıran onca dertlerine rağmen güneş gibi sıcacık gülümserler.
Tren yolcuları çok renklidir hep. Ya hastanede ya da kendi deyimleriyle hökümatta işleri vardır. Yalnız yaşayan, kimsesizlerdir. Sosyal dayanışma yardımı almaya giderler. İşleri görülmeyince kırılırlar; ” Zenginin keyfi çatasıye fakirin canı çıkcek! ” diye haklı serzenişte bulunurlar. Boğazına bir şey düğümlenir, sahip olduklarından, yediğinden içtiğinden utanırsın. Neyin var vermek istersin bu vebali çekmektense…
Bazen Güneydoğu’da cehalet kurbanı gencecik bir Güldünya, bazen bir Akdeniz şehrinde yürek dağlayan bir tecavüz, vahşet kurbanı Özgecan, çoğunlukla da, Tuzla’da ve daha pek çok vatan köşesinde koca kurbanı Güllücan oldular o kurbanlar ve hepsi ama hepsi bizdik; bizim toprak kokulu kadınlarımızdı…
Evliyamız Ahmed Şemsettin Marmaravi Hz.leri Hakk’a yürüdüğünde kopan fırtınada devrilen kavak ağacının yarattığı; “Alimin ölümü, âlemin ölümü! ” hakikatinin tecellisi kıyamet hissiydi ateşin düştüğü evlerin yaşadığı o günler. O evlerle birlikte hepimizin yüreğine de düştü o bir avuç köz…
Asmalar, üzümler, yapraklar da ağladı hatta evlerine kimbilir hangi ihtiyacını karşılama hayaliyle üç beş kuruş götürmekten başka derdi, kimselerin malında gözü ve karıncaya bile değil, hiç bir canlıya zararı olmayan toprak kokulu kadınlarına…
Belkide oruçlu ağızlarıyla, her anne gibi sevindirmek, mutlu görmek istedikleri evlatlarına yaprak yaprak bayramlık parası biriktirme hayalindeydiler her biri!…
Bayramlarda cicilerini giymiş şeker toplayan her anneli mutlu çocuğa bakışımız, asmalardan gülümseyen her altın sarısı salkım üzüm ve tenceremizde pişen sarmamızın tadı da buruk olacak; sizi hatırlatacak toprak kokulu can kardeşlerimiz…
Ekmeğin soframıza gelebilme serüvenindeki emeği geçenlerin vebali misali, sahip olduğumuz nimetlere, ne çok canın emeğinin yanında canlarının da bedel olduğunun farkında olarak, minnetle yad edeceğiz sizi buruk gönüllerimiz, nemli gözlerimizle…
Trafik canavarı diye adlandırıp geçiştirdiğimiz ayıbımızı bir an önce caydırıcı tedbirlerle en aza indirebilmemiz; cehaletle savaşarak her genç kızın cehalet, tecavüz, vahşet kurbanı olmak yerine, hayali bembeyaz gelinliğini giyip sevdiğiyle muradına ermesi, her annenin yavrusunu mutlu ve büyüdüğünü görme hakkına sahip olabilmesi niyazımız yanında yegane gayemiz de olmalı.
Artık sizin için birşey yapamasak da, her seferinde aynı geçici tepkilerle avunmak yerine, bundan sonra olmaması adına; eğitime acilen olması gereken önemin verilmesi ve caydırıcı kanunlar çıkarılması için her birimiz üzerimize düşeni, elimizden geleni yapmakla mükellefiz.
Mekanınız cennet, hiç yere verdiğiniz canlarınız, ibretle ve alınacak gerçekçi tedbirlerle başka canların kurtuluşuna vesile olsun…
Âmin ya Rab’bi!..
Adevviye Şeyda Karaslan