GenelGündemKöşe YazılarıMedyaSiyaset

Meral Akşener bir yerden tanıdık geliyor ..amma?

Liseyi bitirmiş kendimizi istanbula atmışız.. Kursağımızda sustalı bıçak gibi bir umud. Bir otobüs sonbahar ayazının üşüdüğü dağlardan geçmiş hayallerimizin ilk adresine götürmüştü bir gün. Gedikpaşa’da bir hanın çatı katında üç beş arkadaş kalıyor, iş bulmuş her doğulu genç gibi bizde hayata keşmekeş büyük ve korkunç bir şehirde sıfırdan başlıyorduk. 

Aparılmış, susmuş 1998’in Nisan ayı civarına geldiğimizi hatırlıyorum. Kostia ile beraber çalıştığımız Laleli Soğanağa cami sokakta bulunan; bugün İYİ partide milletvekili olan Afgan-Özbek asıllı Ahad Endican’ın yakınlarına ait ayakkabı mağazasından erken çıkmıştık. Ahad bey o sıra Anavatan partisinden milletvekili.

Yürüyerek Mecidiyeköye gidecek; bana istiklal’de bir kitap bakacak Kostia’ya da gitar alacağız. Kostia Moldovya’da yaşayan Gagavuz türklerinden. Hafif Antalya Serik-Manavgat yerlilerine benzerdi telaffuzu. Harflerin yarısını kısarak cümle kurardı. Rusça dili karışmış bir aksan. Sanki hep bir yörükle konuştuğum anımsatırdı Kostia. 

Aynı şehirde yaşayan Azeri kökenli birinin Babasını öldürmesi sonucu intikamını alma duygularıyla davranmış, onun kendi yaşındaki oğlunu aynı şekil öldürmüş, daha sonra yürüyerek Moldovya’dan Ukrayna’ya geçerek yakınları sayesinde kaçak yollarla Türkiye’ye kadar ulaşmayı başarmıştı abi. 

Rusça’sı çok iyi olduğu için o sıra Laleli esnafı nezdinde bulunmaz hint kumaşı niteliğinde idi Kostia. 

Diğer yandan birbirimizin öğretmeni öğrencisi olmuştuk Kostia ile. Ben ona bilmediği Türkçe kelimeleri öğretiyor o da karşılığında bana Rusça öğretiyordu. Doğrusu iyi bir Rusça öğrenmemi Kostia’ya borçluydum. 

Eminönü’den karşıya geçme planıyla çıkmıştık işyerinden, merhum eski Başbakan Mesut Yilmaz’a ait Beyazıt’taki Beyaz Saray iş hanı önüne geldiğimizde son anda Unkapanı 5 ve 6’cı bloklarda bulunan müzik çarşısındaki gitarlara bakmak daha uygun olur düşüncemiz pekişti. 

Sahafçılar çarşısından girmiş sonra bütün parmakları farklı yüzüklerle dolu, enteresan giysili, yaklaşık bir metre civarı uzun sakallarıyla, sakalının en ucuna bir gümüş yüzük asmış şair Hüseyin Avni dede anıt gibi çınarın altında (her zamanki yerinde) bekliyordu, ayak üstü bir hal hatır’la birlikte Beyazıt meydanından ilerlemiştik Fatih yönüne doğru. Üniversite kapısının karşı çaprazında duvar altında bekleyen ciğerciden yarım ekmek iki ciğer söyledik, acılı, bol soğanlı…

Ciğerlerimizi iştahla ısırıyor diğer yandan ufak adımlarla ilerleyerek keskin şekilde idrar kokan alt geçitten sonra… Sürekli Yunus polislerin rutin aramaların yaptığı Beyazıt polis karakolu önünden geçmiş Veznecilere saptık. Vezneciler minibüs durağında muavin bağırtıları, korna, işportacı sesleri birbirine karışmış. Bilet, telefon kartı, tekli sigara satan İhsan’nın önünden geçerken bir selam verdim. İhsan; ses sanatçısı olmak niyetiyle koyun sürüsünü satıp Van Gevaş’tan İstanbul’a gelmiş-dolandırılmış, parasız kalınca akrabaları bir küçük tezgah vermiş çalışıyordu. “11 çocuktan sonra sanatçı olmak benim neyime! Ha aptal kafam” Bir gün bilet alırken tanışmıştık.

İş adamı bir hemşerimize ait dev Gülsoy otelin önüne geldiğimizde gittikçe biriken kalabalık. Yürüdükçe kalabalık artıyordu. Ekmek arası ciğerlerimiz bitince İBB binası önü Saraçhaneye gelmiştik, binlerce insan yığılmıştı. Saraçhane meydanı, İBB binası önü, Fatih kanatlı at heykelli parkına kadar her yer tıklım tıklım dolu. 

Sorduk, birisi “İstanbul Büyükşehir belediyesi başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hapis cezası çıkmış” dedi. “Protesto için burdayız” diye eklemişti sonuna sitemli bir ses tonu ile. Sırtlarına palerin gibi Türkiye bayrağı, Refah partisi bayrağı bağlamış bir çok insan. Suratlarında kızgınlık taşıyordu. Renkleri kurşun grisi. Kaşları çatık, gözler alev kapanı, patlamaya hazır bomba her biri. Kadınlar, kızlar, yaşlılar, göbekli, göbeksiz, doğulusu batılısı, her semt hatta farklı şehirden gelmiş onbinler.

Hepsi aynı sarsıntılı psikolojide. 

Az çok günlük aldığım gazetelerden o dönem İstanbul belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan’nın Siirt mitinginde okuduğu şiirden dolayı yargılandığını biliyordum. Teyit etmek maksatlı “Neden bir hapis cezası verilmiş, ne yapmış, suçu nedir?” Soruma “Siirt’te şiir okuduğu için… Sırf şiir okudu diye insan hapse atılır mı?” cevabını aldım. Bir de beddua okudu 50’li yaşlarda daha çok Kastamonulu olabileceğini düşündüğüm biri tarafından.

Allah belalarını versin. 

Saat öğleden sonra 4/5 civarıydı. Ağzımızda kalmış acı ciğer tadında alacağımız gitar ve benim bir türlü bulamadığım kitap hevesimizi ertelemiş gece saat 11’e kadar Kostia ile beraber Saraçhane meydanında gırtlak patlatmıştık abi!

Kalabalığa karışmış halde atılan sloganlara katılıyor, sırf şiir okuduğu için hapis cezasına çarptırılmış bir belediye başkanına hapis yolu görünmesinin hukuksuz bir karar olduğu düşüncesiyle gür sesimizde “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan” haykırışları ağzımızdan ve diğer bütün kalabalığın ağzından korkunç bir öfkeyle patlayıp duruyordu. Saraçhane meydanı resmen inliyor sanki obüs topları sıralı halde ateş alıyordu. 

Bir ara polis müdahale etti gibi bir şey oldu. Kalabalık sert bir karşılık gösterince polis derhal geri çekildi. Kalabalıkla karşı karşıya gelmeyi istemedi herhal. 

Bembeyaz gür uzun saçlı sakallı bir amca meydandaki çınar ağacına çıkmıştı, bir eliyle elindeki bayrağı sallıyor diğer yandan slogan atıyordu. Her ağaçta bir kaç kişi. 

Su, simit, midye başka öteberi satıcılarına ise gün doğmuştu adeta. Kalabalık iyi, para kazanma günü olmalıydı bugün. Nisan tufanının indiği Saraçhane ise tüm misafirlerine baharın lezzetli ılık rüzgarlarını bedava ikram ediyordu. 

Ve aradan geçen 24 yıl sonra Saraçhane yine gündeme geldi. Tıpkısı, tıpa tıp aynısı, bire bir lokasyonla ve yine konu İstanbul Büyükşehir belediyesi başkanı, yine yargılanma, yine mahkeme kararı, çıkan ceza, yine miting, yine kararın hukuksuz olduğunu düşünen binlerle tarif edilecek sayıda İstanbul’lu veya taraftar-sempatizan. 

Satıcıların durumu neydi onu bilemiyorum. 

Hücrelerimin istem dışı bir kıyaslama metaforuna girmesi mi demeliyim buna yoksa ortada önceki kodları esas alınmış bir oyun mu kuruluyor sorusunun labirentinden derinlere indim biraz. 

Çok ilginçtirki Meral Akşener isminin oynadığı rol. Davinci şifresi gibi bir şey. 24 yıl farkla aynı roterikle karşımıza çıkmasının hayretini yaşadım. O günkü Saraçhane mitinginde de vardı bugünkü Saraçhane operasyonun’da da. 

O gün dışişleri başkanı, bugün siyasi bir parti başkanı, o gün mağdur Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin kurduğu hükümettin bir Bakanı, bugün yine mağdur rolündeki Ekrem İmamoğlu’nun boynuna sarılan ittifak ortağı. O gün Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında bugün İmamoğlu’nun. Hatta İmamoğlu’na boynuna sarılarak onu teselli eden bir dost misyonda. O gün Recep Tayyip Erdoğan sahnedeydi. Bugün Ekrem imamoğlu. O gün öyleydi. Bu gün de öyle. 

Asıl kafama takılan dün ile bugün arasındaki benzerlikler, aynı şeylerin ortak bir aregmetikte nasıl böyle oluşageldiği, tanıdık bir gündemin tekrarının bire bir formatta çeyrek asır farkla karşımıza çıkması. Hayır, tüm bunlar bir tesadüf olamaz. Kim bu Meral hanım? Derin bir isim mi? Özel bir görev mi verilmiş? Bunca yıl sonra nasıl çok benzer iki siyasi çıkışın başrol oyuncusu olabiliyordu? İşte buna gemiler yüzerken kıç kıça değmiş diyemiyorum. Görevinin standart siyasetçinin üzerinde olduğuna dair veriler ve şüpheler var artık. Asıl biz kimlerle karşı karşıyayız? Kim bizi yönetiyor, abi nasıl büyük oynuyor birileri. Tüm bunlara inanın bir isim vermekte zorlanıyorum. 

Kartlar yeniden dağıtıldığı kesin, figürler gün geçmiyorki yenileriyle yer değiştiriyor. kimsenin beklemediği bir zaman da beklenmedik isimlerin baş rolde oynadığı gelişmenin bizi bu kez nerelere sürükleyeceği belirsiz. Saraçhane aynı Saraçhane ama bu sefer işin içinde bir operasyon kokusu yakıyor nefes borusu genzimizi. 

İngiliz istihbarat servisi MI6’nın müthiş bir teorisi vardır. “Biz düşmanı onların dostlarıyla yeneriz” derler. Yani siyasetin geri tarafta aktörlerin birbirine bir komplo tetkik mesleği olduğunu da böylece vurgu yapmış olalım. 

Bir döneme damgasını vurmuş merhum Süleyman Demirel ise “siyasette 24 saat çok uzun bir süre” diye söz eder. 

Lütfen biri çıkıp ikna etsin beni/bizi/bu halkı. 24 saat siyasette uzun bir süre de 24 yıl çok kısa geçti meğer. Sonra ikinci bir Recep Tayyip Erdoğan projesi mi hazırlandı? Peki 24 yıl sonraki projede bu gün hazır mıdır acaba? 

Benzer iki hikayede tek eksik ben ile Kostia, bu kez ben 1280 km uzakta kuş uçmaz kervan geçmez memleketim dediğim dağların arkasında garip bir yerde, Kostia ise 2002 yılında kaçak yollarla Avrupa’ya geçmiş Almanya’nın Bawyera eyaletinde oto Lastkçide çalışmış, bir müddet sonra  2004’ün son ayında ülkesi Moldovya’ya gider, karıştığı bir kavgada hayatını kaybediyordu. 

Hristiyan Ortadoks Kostia o gün Saraçhane meydanında tüm muhafazakarlardan daha fazla canla başla bağırmış çağırmış, avuçları patlayıncıya kadar alkışlamıştı. Şahidinin bunun. Evet -2 ile başlayan İmamoğlu doğrusu Erdoğan kadar şanslı değil. Biz yokuz. 

Tek şanslı satıcılar, umarım kalabalığa bir şeyler satmışlardır. Malum bu ekonomik krizde iğrenç zamlarla başa çıkmak hiç kolay değil abi. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu