GenelGündemMalatyaManşetMedya

Toplu katliam

Bir deprem oldu, evet oldu! Hemde çok feci bir hikaye çıktı ortaya. Binlerle tarif edilen insanlarımız hayatını kaybetti. Enkaz altında kalanların ve enkazdan sağ kurtulanların hikayesiydi bu. Deprem günü enkazdan sağ kurtululanlar ise yalın ayak kar’da -16 buz gibi geceye göğüs gererek sokaklarda can havline düştüler. Belki astım, bronşit, tüberküloz olacaklar, kim bilir belkide olmuşlardır. İlk iki gün bir lokma kuru ekmek ile bir yudum su bulamama gibi bir çaresizlik vurdu deprem ile birlikte. 3 aylık bebeleri battaniye sarıp ateş önünde oturabilenler şanslı olanlardı. Islak ayakkabılar, incecik pijamaları ile hayatta kalmaya çalışan insanlarımızın düştükleri handikap elbette kelimelerle tarif edilemez. Geri tarafta enkazın altında kalan sevdiklerini terk etmeden aynı bölgede dönüp duran o paranparça yüreklerin, o isyan dolu seslerin, adeta toplu bir infaza maruz kalmış sevdikleri, yakınlarının içlerinde yanıp duran ateşin hesabını şimdi kim verecek? 

Malatya artık o eski malatya olmayacak, siyasette o eski siyaset olmayacak. Herkes kirli, herkesin payı var bu katliamda. Biz paralele bu şehri teslim etmeyin, bakın bunlar fetö’den devşirme, şehri ele geçirmiş diye feravan ettiğimizde kimseler ne demek demek istediğimizi anlamıyordu. 20 yıldır şehri bu hale getiren paralel ve üst yapılar neden hesap vermiyor? Siyasetinden bürokrasinine kadar dizayn hareketi enkazın altında kalmadı mı? Daha neyi savunuyorsunuz? Neden birileri hesap sormuyor, nerde bu yasalar nerde devlet erk’leri? Herşeye parmak kaldıran tüm partilerin meclis üyeleri neden hesap vermiyor, Belediye başkanları ve millet vekilleri neden hesap vermiyor? Tarım arazilerini kim imara açtı, neden bugün bunu sorgulayamıyoruz halen? 2020’de Maraş’ta büyük bir deprem beklenildiği ve Malatya’nın da etkileyeceği bilindiği halde neden önlem alınmadı? Şehri kim bu hale getirdi, bunca insanı ölüme terk edenlerin bir sorumlusu yok mu? Söyleyin bana, neden, neden, neden? 

Mütahitlere sırf boyun eğmediği için, vicdanlı vergi dairesi başkanı Fatih Güleç’i görevden alan vekil sağdan soldan ‘ben görevden aldım, gerekli toleransı vermesen olacağı buydu’ diyenlerde bu toplu katliamın bir müsebbibidir. 

Her defasında korku içinde, başımıza ne iş gelir, hangi gün polis jandarma kapımıza dayanır diyerek doğruyu sadece doğruyu haykırmaya çalıştığımız bu şehirde; tek bir amacımız vardı. Bir şeylerin düzgün yapılması. Ne varki yapılmadı/yapmadılar. Tüm yazılarımız ortada, her defasında ‘yapmayın etmeyin’ diye diye adeta gırtlağımızı parçaladık. Kıstırılmış sesimizde ‘bu şehre sahip çıkalım, çıkmalıyız’ diye yüzlerce yazı kaleme aldık. Malatya’mızın başına bir iş gelirse gidecek yerimiz yok deyip durdum her defasında. Nihayetinde korktuğumuz başımıza geldi. Çaresizlik içinde insanlarımız çil yavrusu gibi sağa sola dağılmıştı. Biliyorum toparlamak zor olacak. Öncelikle sığınacak bir liman lazımdı ve öyle de yaptılar. “Temiz bir toplum, temiz bir gelecek, temiz siyaset” tezimizde bir gün olsun geri adım atmadık/atamayacağızda. Bazen bu sebeplen yöneticileri eleştirdik, onları karşımıza aldık. Kimi bizi düşman ilan etti, kimi mahkemeye koşup dava açtı hemen, kimi kıymetli dostlarımızı araya koyup susturmaya çalıştı. Söylediklerimiz kiminin hoşuna gitmiyordu ama bir gerçek vardı ki o Malatyanın geleceği idi. Bakın bu gün şehrin yarısı enkaz olmuş, nüfusu komple göç etmiş, tüm sosyolojisi yerleyeksan olmuş, sanki toplu bir kıyım yapılmışçasına tüm şehir yasta, herkesin mutlaka bir yakını kaldı enkaz altında, bitik bir anatominin hesabını söyleyin kime soracağız? 

İnşaat üzerine kurulan büyük bir rant tekeli vardı. Yalan mı, yok mu diyeceksiniz şimdi!? Malatya’nın tüm değerlerini rafa kaldırıp var yok inşaat dediniz. İnşaat pastası öyle kârlı obur işti’ki o da mecburen siyasetle ortaklaşa hareket etmeliydi. Kim ne derse desin her siyasetçi bir müteahhitle gizliden yada açıktan ortaklaşa mütehaitlik yapıyordu. Bostanbaşı, Fahri Kayahan, Yüzakı gibi yıldızı parlayan semtlerde bu mütehaitler operasyonlarını siyasetle ortaklaşa sürdürüyordu. Bunun yanında il ve ilçelerin meclis üyelerine kadar çoğunluğunun inşaatlarla ilgili ihale kovalaması, ihalelerde ortak olmaya çalışması inşaat rant tekelinin ne denli iştah kabartıcı olduğunu ortaya koyuyordu zaten. Siyaset eşittir ihale demekti artık. İnşaatla uğraşmayan siyasetçi siyasetçi sayılmazdı. Her siyasinin ihale koşturması, dosya takibi, inşaat işleriyle uzaktan yakından temasta bulunmalarının manası; rant tekelinden aslan payını almaları üzerine kurulu kocaman ve hızla işleyen bir çarkın varlığı idi. İmar baronları geri tarafta siyasete hükmetiyordu. Astığı astık kestiği kestik! O kadar paralar kazanıldı, inşaatlar yapıldı. Hepsinde siyasetin parmağı olduğu halde bugün siyaset sanki hiç bir şeyden haberi yokmuşçasına kenara çekilmiş uzaktan kurdun avını seyretmesi gibi seyrediyor. Bu mu ticaretiniz? Bu mu vicdanınız? Bu mu para kazanmanız? Bu mu sizin siyasetiniz? 1300 yitip giden canın hesabını şimdi kim verecek? Söyleyin kim, kim, KİM? 

Siyasetçiler sadece inşaat müteahhitliği yapmıyordu bunlardan bazılarının dev haline gelmiş inşaat firmaları vardı. Hazır beton satıyordu, gaz beton, tuğlası, demir’i, çimentosu, hele mütehait arkadaşlar bunlardan malzemeyi alınca ruhsat, statik raporlar, denetleme sonuçları hem daha erken hem de kolay veriliyordu. Veyahut malzemeyi bu firmadan almadığı zaman da ruhsat verilmiyor. Bu şartlarda belki yüzlerce binlerce inşaat yapıldı. Alan memnun satan memnun. Birileri çeşmenin başına oturmuş, düzenini kurmuş, ona göre piyasaya yön veriyordu. Sonuç: herkesin avuçlarında patladı. Hemde infilak edercesine, hem cebinde, hem imzaladıkları o evraklarda, hem de şehrin yüreğinde patladı. Ne var ki Türkiye öyle bir yerki simit çalan hapis cezasına çarptırılır ama yüzlerce binlerce insanın ölümünden mesul olduğun halde bir ifadeye dahi çağrılman söz konusu olmaz. Üstelik fırtınanın geçmesini bekliyor mütehatlikten bozma siyasiler. Yine saldıracaklar, yine yapacaklar… inşaatlar yine sıraya girecek, yeni alanlar parsellenecek, rant, ihale, kendi aralarında paslaşma kusursuzca devam edecek yine-yine ve yeniden. Bu şehrin geleceğini yok ettiniz, ihanet ettiniz, söyleyin, söyleyin lân söyleyin hesabını kim verecek? 

2020 yılında meydana gelen Elazığ depremi esnasında Malatya geneli bir çok yapının sağlamlık-kusur durumu test edildi. Sonuç: elde var sıfır. Hakkaten o gün hasar tespiti neden yapıldı? Eğer Malatya’da 2020 yılından itibaren orta ve hasarlı binalarda dönüşüm yapılsaydı, rant uğruna yeni semtlerin denetimini yapsaydınız toplu bir katliamın boyutu bugün çok asgari boyutta olabilirdi. Yıkılmak üzere olan bir kaç bina yıkıldı o dönem, yine hiç bir şey olmamış gibi herkes kaldıkları yerden yoluna devam etti.Merak etmeyin bu gün de devam edecekler. Tıpkı o günkü gibi. Neden Malatya’da hasarlı binalar haritası çıkartıltıldıktan sonra gerekli önlemler alınmadı? Neyi beklediniz daha, 7.7 ila 7.6 şiddetinde ki depremleri mi? Gelmez diyordunuz değil mi, kimbilir ne zaman olur diyerek rantı cebe indirip köşeye kıracaktınız oysa. Sizi de bizi de gafil avladı, nasılda geldi işte. Bundan böyle de gelebilir, muhtemelen 10 ile 12’yi bekleyeceksiniz bu kez. Yine yıkılan yerleri yapar beklemeye koyulursunuz. TOKİ’nin yapacağı 40-45 bin konuta bir şey demiyorum. İnsanları 20 yıl daha borçlandırmak asla bir lütuf gibi göremez kimse. Çünkü siyasetin halk diye bir derdi yok, çünkü siyasetin toplum hayatının teminat altına alma gibi düşüncesi hiç bir zaman olmadı, çünkü siyaset mantığı halkımız değil rant olmuş. Bu kadar ucuz işte insan hayatı. Ee şimdi hangi arsa ranta müsait, eyvallah müsait olmasına müsait olsunda yıkılmış hayatlara ne olacak, onların hesabını kim verecek?

Depremin ikinci günü asıl mesleği öğretmen olan bir arkadaşım aradı. Yaşadıkları bina ikinci deprem de yıkılmış dışarıda kalmışlardı. Arabaları da enkazdan nasibini alınca aniden bir çaresizlik girdabında bulmuşlar kendilerini. 5 ve 3 yaşında iki çocukları ile Malatya ayazında gidecek yer bulamamışlar, aslen Antepliler. Bir anda ölüm kalım savaşının dişlileri arasında sıkışıp kalmışlar gariplerim. “Bana bir şişe su yetiştirebilir misin?” sesi halen kulaklarımı parçalayan tek şey. Yolumuz kapalıydı o gün, yolun kapalı olduğunu söyledim. ‘Kale üzerinden alıp gelmeye çalışacağım’ dedim. Evde ekmek, kahvaltılık, yiyecek, su, sıcak tutması için pekmez vs alıp hemen yola çıktım. Kale Körhane’yi geçince yola düşmüş kocaman bir taşın yanından geçmeye çalışırken şarampole düştüm. Daha çıkamadım. Ve tabiki uzun uğraşlar girdi sıraya. Çıktığımda akşam olmak üzereydi. Eve geri dönmek zorunda kaldığımı bildirdiğimde başka bir öğretmen bazı yardımları ulaştırmayı başarmıştı. Şimdi o bir yudum suya muhtaç hale gelmiş ve çaresizlik içinde feryad eden bir anne babanın hesabı… Hesabı diyorum hesabı! Hey size diyorum, kafalarını bu kadar kuma gömen sizlere, ne olacak? Kim ödeyecek? Offf

Beyefendiler telefonlarını açmazlar. Milletvekilleri açmaz, Başkanlar açmaz, Meclis üyeleri açmaz, muhtar açmaz, Kahtalı diye bir vekil var mesela, zaten büyük tüccar işi gücü yokta senlen mi uğraşsın, hem sen kimsin ki! İl başkanı açmaz, yardımcıları açmaz, danışman açmaz… Bir işin düşer elli dereden su getirirler. E peki niye ordasınız? Galiba büyük bir pasta, ticari bir işleri var ise, kar yapacaklarsa, komisyonları banka hesaplarına düşsecekse, para kazanacaklarsa açarlar herhalde. Depremde bir enkaz kaldırırken gördünüz mü, giysilerinin az tozlandığını, sokakta kalan birileri ile ateş önünde beklerken, ellerini ateşe tutmuş, insanların acılarını hissedecek, hafifletecek şekilde bir empati yapana denk geldiniz mi hiç? Maalesef ben görmedim. Öğrenmişler: “sahadayız” demeyi. –Sahada– demekte çıkıp geziler düzenliyorlar. Yine garibana hava caka satmak gezileri bunlar. Bir şeyler yaptıkları yok. Vallahi yok. Billahi yok. Vicdanlarında zerre kadar sızlanma olduğunu sanmıyorum. Bende sahadayım, sizde, herkes sahada şimdi. Sahada olmayan hiç kimsemiz yok. Hepimiz bu Şubat soğuklarında hep sahadaydık. Gece ve gündüz demeden. Siz lüks saraylarınızda oturacak değilsiniz ya sizde sahada olun. Sizin farkınız sıcacık arabalarınız, korumalar, bir kaç yalaka etrafınızda el pençe diz divan, yani bir iki saatliğine sahada olmanız bu şartlar altında gerçekleşiyordu o da. Saha elamanları sizi. Çadır hayatı bilir misiniz, evsiz kalmak, enkaz altında parçalanmış vücutları duydunuz mu hiç? Soğuk ayazlarda sabahlamak, ekmek susuz kalmak, yakınlarını sevdiklerini kaybetmiş binler. Bunları yaşadı insanlarımız, yaşamaya da devam ediyor. Gerçi ne önemi var canım, deprem yaptı. Deprem mi yaptı gerçekten? Bunca insanın Hesabını kim verecek? 

***

Buram buram kan kokuyor Malatya, Beydağı’ndan inen zılgıt seslerinde. Enkazlardan geriye kalan düş kırıklıkları, hayatın ortasına devrilmiş ölüm gölgeleri, bir inilti karışıyor kurşun gibi soğuklara. Öldük, yarım kaldık, umudumuz çalındı.

Kekrek bir tad var havada/hovarda kuşlar inci gibi dizilmiş/süslenmiş gökyüzü, karıncaların duaları var. Belki öleceğiz her birimiz, herbirimiz bir duvar altında/yanıbaşımızda son okuduğumuz kitap, son konuştuğumuz kelimeler, son bakışlar, son izlediğimiz dizi. Ölümün adı neden bu kadar kolaylaştı, neden sonsuzluğa gitmek bu kadar ucuz, elime el ver Allahım. Çıkmalıyım bu ateşten, ya yanarak ya kül olmuş halde. 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu