AktüelAnalizDünyaEkonomiGenelGündemMalatyaManşetMedyaSanatSiyasetVitrin

Bir Şehrin Değişimini Beklemek

Aslan yakaladığı avın büftek bölgesini yer. Kalanını tilki, akbabalar, kargalar, derken karıncalar diğer canlılar son parçasına kadar sırayla o bölgedeki diğer habitatı oluşturan tüm ekolojik familya aralarında pay ederler. 

Müthiş bir senkronize dayanışma çarkı değil mi?

Biz insanoğlu ne yapıyoruz? Bir koyun keser buzdolabına koyar tek başımıza tüketmek üzerine programlıyız. Doğamızda ‘bencillik’ içgüdüsü var. Aslında doğa kanunlarına aykırı, paylaşmayan, bireysel olarak kendimizi düşünen çok tehlikeli varlıklarız. İnsanoğlunun sahip olduğu böyle bir fıtrat ilişki karmaşası dünyayı gün geçtikte yaşanmaz hale getirdi. Ağacı yok ediyoruz, ormanı talan ediyoruz, hazine arazilerine konuyoruz, hammadde kaynaklarını tükettik, dağlara dahi el attık. Iırmağı, denizi, toprağı, taşı, sevgiyi, düşünceyi ve en özneli –birbirimizi– yok ediyoruz. BİRBİRİMİZİ!

Savaşlar, yıkımlar, işgal, silah ve ilaç endüstrisinin akıl almaz şekilde büyümesi hepsi kişilerin, şirketlerin, toplumların bencillik dürtüleri doğrultusunda gelişen üstünlük kurmak psikolojilerinin bir sonucu. Hürriyet-esaret kavramları arasında korkunç bir çatışma ortamının getirdiği yer; soykırımlar, GDO’lu gıdalar, sağlığı ilaçlara bağlanmış milyonlar, pandemiler ve. doğal affetler. Şehrimizin depremde yok olması örneği gibi. 

Bunlara karşı bir çözüm ürettiğini sanan rant aktörlerinin gücü altında sıkışıp kalmış bir dünyaya hapsolunduk. 

Yakın zamanda meydana gelen Corona salgını ile ilgili korkunç iddialar ortaya atılıyor. Henüz ne olduğu, yapılan aşıların (yan) etkileri henüz anlaşılmış değil. Bir kaç ay önce bölgemizi yıkıp geçen Kahraman Maraş merkezli depremin illegal bir roteriği olduğuna dair bilgiler yine kamuoyu arasında dolaşıp duruyor. 

Dolayısıyla bir şeyleri artık çok derinden ele almalıyız. Sebep-sonuç ilişkisine ulaşmak neticenin ta kendisi konumunda. Mesela yaşadığımız şehir Malatyayı uzun bir zamandan beri izliyorum. Gerek sosyolojik bağışıklık sistemi açısından, gerek insanların duygu düşünce dünyasını tahlil ederek, yöneticilerin yönetme performans ve arzusu üzerine biçimlenmiş bakış muhteviyatını ve değişime kapalı halkın tutumunu, siyasetini, en azından adet gelenek ile göreneklerimizi korumak adına mevcut bu çürümüşlük barikatını aşmakta neler yapılabilirlik halinin çaresizliği her gün sonrası beni endişelendiriyor. 

Yani biraz değişim gerekiyor. Sosyal bir değişim. Farklılık aidiyetini dile getirecek radikal bir çığır açmalıyız artık. Deprem kronolojisi bu değişimin miladı olmalı. Malatya hafsı konu olduğunda ‘depremden önce- depremden sonra’ şeklinde devrim niteliğinden bir değişim harekatı başlamalı. Tabi değişime nerden başlayacağımızı inanın bende bilmiyorum ama içinde bulunduğumuz yüzyılın egemenliği buna mecbur bıraktığı aşikar. 

Demem o ki deprem sonrası şehrin yeniden yapılandırılması hayati bir fırsat olarak önümüzde duruyor. Yapılandırma aşamasını topyekün ‘insan ve hayat’’ ölçüsü eksenine oturtarakla başlamamız gerektiğini sanırım sizlerde anlamışsınızdır. 

Şöyle: sadece bir kaç binanın güçlendirmesi, yıkılan binalar yerine hemen bir mütehaitlik rantı alanı açılması, şehri betona gömerek, ‘işte benden bu kadar, bakın yaptım-bitti’ ucuz dayatmacalığı sonunda ucube komün tarzında binalar sıralayarak oldu bittiye getirmek kolaylığı yerine şehrin yüz estetik formunu ‘taktire şayan’ bir mimari görsellikle ile donatıp kültürel-estetik-tarihi ve şehrin kaddim dokusunu öne çıkaracak bir değişimle başlamalıyız işe. 

Toplumun tüm kültürsel varyasyonunu korumak/öne çıkarmak hamlesini derhal bu yapılaşma sürecine dahil edilmesi hayati bir önem taşıyor. 

Onun için siyasilere, üniversitelerimize, bilim teknokratlarımıza ve şehrin entelektüel kesimine bu minvalde büyük bir sorumluluk düşüyor. Yazarlar-çizerlerimiz, biraz eli kalem tutan, az mürekkep yalamışlarla duyarlılık üzerine sosyal medya kullacılarının hepsi bu değişimin başarılı olabilmesi için bilakis harekete geçmelidir. 

Ne zaman elinizi taşın altına koyacaksınız. Yeni bir deprem, sel felaketi, doğal affet olduğu zaman mı? Belkide bekleyecek zamanımız kalmadı. Belkide son fırsatımızdır. Yapmayın Allah aşkına yapmayın! 

Bir seçimin hemen arefesinde yeniden seçilenlerin eski bilindik düzende devam etmeleri şehre ihanetten başka bir şey değil. Standart ezberlediğimiz kalıplarından arınmaları bir değişimin ilk başlangıç noktası sayılmalı. Seçilenler kendilerine yakın kişilere kurdurdukları şirketlerle ihale, rant, inşaat işlerini terk etmeli bu sebeplen. Tarih perspektifinde temiz bir sicille anılmayı hak etmek yerine ‘işte çaldı, sadece kendine çalıştı, çocuklarını çevresini zengin etti’ vb klişe çok yüz kızartıcı söylemlerle muhattap olmak istenmiyorsa lütfen az biraz vicdan muhakkemesi dahilinde toplumsal ve kültürsel birikime katkı sağlayaılım. 

Yine kedimden örnek vermem gerekirse: Aslen Pütürgeliyim. Bir köyünde yaşıyorum. Yaşadığım bölgeye hakim biri olarak ortaya çıkan verileri şunlar; deprem konutları sorunu tam olarak o bölgede giderilmedi. Büyük çoğunluk deprem konutlarından istifade etmedi/edemedi. Ve depremi; devletin sağladığı konut imkanlarından faydalanamadan hazin bir çaresizlikle beklemeye koyuldular. Eminimki diğer ilçelerde de aynı sorunlar yığını tecelli ediyor. 

Hadi onu kimse kaile almadı, en azından şu tarihimiz çürümesin bari. Bir el atılabilir. 4 tarihi alan (Kale) ile Doğanyol Burç köyü sınırları içerisinde bulunan karakol bir kalemiz var. Hepsi atıl, gün geötikçe yok olan, tarihi ve varlığından habersiz siyasi teba çok büyük değer atfeden bu unik yapıları görmüyorlar/görmezden geliyorlar her halükarda. Daha önceki bir yazımda bu tarihi sit alanlarının restore edilmesine karşı turizme kazandırıldığında elde edilecek gelirin matematiğini yapmıştık. Kerar (Gerer) kalesi, Dilbersten (Mor Barsavmo Manastırı) kalesi, Ersele (Ariselya) kalesi, Zamhane (Bayırköy) kalesi ve Burç (Bırc) kalelerimiz imkansız bir direniş göstererek son kalıntılarını ayakta tutmaya çalıştıklarına tanık oluyoruz. 

Yazımın sonuna iliştirsiğim not aynen aktarıyorum; ‘bunlardan biri Karadeniz’de olsaydı nasıl bir gelir kapısı haline dönüştürülür, kim bilir reklam ve bölgesel tanıtımı açısından çok geniş bir yelpazede yapılır ve ciddi turizm aktivitesi haline getirilirdi.’ Ama maalesef Karadeniz’de değil Malatya’nın kimsenin umrunda olmayan bir ilçesi Pütürge dağlarının ardında demiştik. Vah…Vah…

İşte Malatya geneli ile 13 ilçemiz sınırları dahilinde bulunan deprem sorunlarını gidermek ve benzer sit alanlarının, o bölgedeki yerel yönetimlerce Malatya değişimine +ek bir kaynakla hazır hale getirilmesi geleceğimiz açısından kritik bir sorumluk oluşturduğunu da tartışmalıyız. 

Her gün Selahattin Gürkan, Mehmet Çınar, Osman Güder merkezli bir çerçeveden başka yazacak bir şey bulamayan yerel medya tüm çevreye açılmalı artık. Neden sürekli üç ilçede dönen ve geneliklede –olumsuzlukları– yazmak için pusuda bekliyoruz. Hekimhan’da ne olup bitiyor kimsenin haberi yok, Arapgir diye bir ilçemiz var örneğin. Orada her şey gerçekten süt liman mı? Arguvan’a gideceğiz, Pütürge’ye, Doğanşehir halen depremle cebelleşiyor hakkında tek kelime yazan kimse yok. Değişim sadece yapılacak deprem konutları üzerine değil her alanda, her ilçemizde eş zamanlı olarak bir şeyleri değiştirmekte düğmeye basılmalı.

Öyle yapacağızki ‘Malatya nasıl değişti böyle’ gibi çok uç bir söyleme tabi olacağımız, kısa süre içerisinde hayretler içerisinde bırakan ‘yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatı sayılacak’ yenilikçi, ranttan uzak, tüm toplum duygu düşüncelerini önemseyerek bölgesel hinterlannda yeniden varoluşun simgesi haline getiren, öte yandan şehrin felsefi-kültüsel-kozmopolitlik-inanç değerleri ve şehrin kültürel kompozisyonunu hiç bozmadan çok derin bir neşterin atılması sürecine ellerimizi kollarımızı sıvayarak başlamıyız   

Anladığım kadarıyla Malatya Büyükşehir belediye Başkanı Selahattin Gürkan bir sonraki dönemde yeniden Büyükşehir yönetimine tabi olmak istiyor. Önünde oldukça tehlikeli bir 9 ay süreci bulunmakta.  Başkan Gürkan’ın 2’ci döneme taşıyacak formülün ibareleri işte bu 9 ay içerisinde gizli. Göstereceği performans, değişim-dönüşüm aşamasının başarıyla yönetimi, çok iyi bir ekiple tüm sahaya hakimiyet ancak yeni bir seçimi kazanmaya telakki edebilir. Yoksa toplumsal taaruz ve baskı karşısında çok fazla direnç gösteremez ve sonuçlar tabiki sandığa yansıyacaktır bir şekilde. 

Diğer ilçelerimizde belediye başkanlık makamını tekrar devam etmek isteyen başkanlar ile veya yeni seçilecek yöneticilerede bu değişimin ana iskeletini oluşturan kollektif bilinç aşılanmalıdır muhakkak. 

Bakın, köprüden sonra son çıkış diyorum. Bir daha şansımız olmayacak. Özelikle yeni seçilen milletvekillerinin kendilerini ispat etmeleri için büyük bir fırsatın eşiğinde her biri. Ha sizde rantın peşine düşerseniz şayet, halkın gözünde yok hükmünde kalırsınız. Toplumla diyalog gücünü geliştirmek, şehrin mukadderatı ile çocuklarımızın geleceği, mutlu olma/olabilme seferberliğimiz, büyüme, ekonomide hatrı sayılı bir zemini yeniden yakalama, birlik beraberlik bağlarımızın çok özel bir temel üzerine sil baştan inşaası hepsi bu değişimle başlayacak. BAŞLAMALI! Şayet yok derseniz, ‘biz işimizi biliriz, size ne, kimse bizi ilgilendirmez, payımızı alır banka hesabımıza bakarız’ derseniz bir kaç mütehait ile siyasi zenginleşir, halkın ise acı bedduası güdümlü roket gibi peşinizi bırakmaz. 

Peki önümüzde dim dik duran en önemli balistik sorun nedir biliyor musunuz? Şehrin yönetim iplerini eline almış başrollerin tutumu. Kabataslak bir baktığımızda hepsi aşırı varlıklı, çoğu iş insanı, bürokrat yada teknokrat. Geri kalan avukat. İşçi, memur, köylü, çiftçi, ezilen, işsiz, esnafın durumu ne kadar onları ilgilendirir orası İşte biraz karışık bir mevzu. Anlayacağınız aslında mevzu çok karışık. Bakalım üstesinden gelebilecek miyiz? 

Böyle …

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu