Köşe YazılarıMalatyaManşetMedyaÖne ÇıkanlarVitrin

BİR GÜZELİ BİR ÇİRKİNE VERMİŞLER!

Haci bayram veli, günümüze ulaşan birkaç şiirinden birinde; “Şar dedikleri gönüldür” der.

Şar: şehirden bozma bir kelimedir.

Şehir, varlık aleminde gönüle benzetilmiştir.
Bu sırdan olsa gerek, Hz. Mevlana, “köyden şehre göç etmek gerek” der.

Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerin iç göçlü perişan olduğu sanayileşmeyle birlikte şehirlerin çoğunun bir toplumsal kaosa sürüklendiğini göz önüne alırsak, hele hele İsmet Özel’in;

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin…”

Mısrasını göz önüne alacak olursak, bu cümle, zamanı, zemini ve bağlamı dikkate alınmaksınız okunmalı.

Mevlana’nın köyden nefsi emareyi, şehirden ise, ruh’i insaniye kastettiği açıktır.

Oysa bugün, modernleşmenin her türden olumsuzluğundan nasiplenmiş şehirlerdense hala sağlığı korunduğu köylerde yaşamak evladır.
Fakat bir şehir sembolizm’i içinden konuşulacak olursak, gerçekten de neftsen ruha göç etmeli yani şehre gelmelidir.

Bu bağlam içinde kalarak terkrarlıyalım; Şehir gönüldür. Medeniyet, medineden gelir ve temeddün etmek, yani şehirleşmek, medeni olmanın biricik yoludur. Medenileşmenin merkezinde ise gönül vardır.

Şehirlerin oluşumu, tarihi ve zenginlikleri kadar, hikayelerin anlatılması ve yazılması da son derece değerlidir ve gereklidir.

Çünkü, şehir herşeydir. Bir şehri muteber kılan tabelası değil; içinde ki yaşanmışlıklardır.

Doğumundan ölümüne, “şahıs” olarak insan’ı etkileyen binlerce etkenden biri olur şehir. Belki genetik olarak hesaplanabilen “tahmini karakterler” ya da yetiştiği çevrenin sosyal boyutuyla sebepleri belli “tipler” çıkaramaz şehir, ama ruhlarımıza sinip “biz” ve “şahıs” yapmaya yeter.

Çocukken şehrin parkları ya da bir alışveriş merkezindeki dondurmacı dükkanı, ya da şehre ait bir binanın şekli; rengi, onlara duyduğumuz sevgi ile birlikte hayallerimize, rüyalarımıza konuk olmaya başlarken şehir bilinmeyen bir kanaldan ruhlarımıza dokunmaya başlar.

Hayalimiz merkezine oturtuğumuz bir oyuncakcı her zaman bir şehre ait olur.

Top oynadığımız caddeler şehrindir.

Güneş batarken ağırlaşıp yorgun duran şehrin duvarlarındaki sevda sözleri, siyasi sloganlar, reklam yazıları öylece okunup geçilirken, birgün düşüncelerimiz, bir gün birden hatırlayıverip gülümsememiz olur.

Şehrin yolları okul bahçelerine götürür bizi.

Mezarlıkta biten bir yol, bize ölümü hatırlatıp, ahireti, cenneti cenhennemi düşündürür.

Avlusun da sırtlarını güneş’e dönmüş ihtiyarlarımızın oturup ikindi namazını bekledikleri camiler, şehrin merkezi olarak hafızamızın içinde yol gösterici olur.

Eve dönüş yolu annemizin yoludur, mutfakta pişen yemeğin kokusuna götürür bizi.

İşe gidiş yolumuz, bitmeyecekmiş gibi sürüp giden koşuşturmalarımızın adıdır, şehir.

Şehre ait eski hanlar, sular, kervansaraylar, köprüler kulaklarımıza tarihten birşeyler fısıldayan esrarengiz yüzleriyle şehre aittir.

Şehir görmediğimiz gözlerini açar, duymadığımız sesiyle bizlere, bizden birşeyler fısıldar.

Şu cadde ne çok şeyi bilmektedir.
Şu cami kendi avlusunda kimleri ağırlamıştır.
Şu çeşme kaç yolcuya derman olmuştur.
Şu çarşıda kaç kez pazarlığa girişmiş, şu minarelerin sesine kaç kez kulak verip secdelerde buluşmuşuzdur.


Şehir herşeydir…

Bir şehrin çarşısı oradaki hayatın ta kendisidir. Hele ki bu şehir Malatya olunca, anlatılarak bitmeyecek bir liste çıkar karşımıza.

(YAZI DEVAM EDECEKTİR)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu