Hastalık imtihanında ve şifa peşinde olduğum uzun süreçte; şifanın bütüncül olduğunu anladım. Yani maddi hastalıkların sebebi de manevi arazlar, eksikliklerimiz. Kur’an-ı Kerim’i emrolunduğu üzere anlayarak okumakla rehber edinmek, duaların gücünden faydalanmak ve sevgili peygamberimizin sünneti seniyesine uygun yaşamakla sağlığımızı korumanın mümkün olduğu yanında; yaratılış gayesine, dünyaya geliş amacımıza ulaşmanın ve gereklerine uymanın şifanın ta kendisi olduğunu öğrendim. Aksinin ise genel adıyla hastalık; sonucunun da maddi ve manevi anlamda ölüm- helak olduğunu…
Hastalıkların sebebi bunlardan bihaber ya da bildiğimiz halde uzaklaşmış olmamız. Daha anlaşılır ifadeyle derdimiz gayesizlik, asıl derdimize ulaşamamış olmak. Gayemizi kaybetmiş ve üstelik bunun da bilincinde olamamak.
Bize öncelikle bu asıl gaye, uğruna kendimizi geliştirmemiz, kazanmamız gereken bir ebedi hayat, ebedi saadet olduğu gerçeği unutturulmuş. Herşey bu dünyada yanlış algısı yerleştirilmiş zihinlere. Bu yüzden hedef bu dünyalık kazançlar olmuş sadece. Maddiyat uğruna maneviyat zayi olmuş. Maneviyat eksikliği aşırılıklara, dolayısıyle dengesizliğe, hastalıklara davetiye çıkarmış.
Ne olduğunu bilemeden birşeylerin açlığını çekiyor, kör dövüşüyle arıyoruz bu yüzden. Kazanılan maddiyat, ulaşılan dünyalık hevesler, kariyerler huzuru, mutluluğu bulmaya yetmediği için buhranlar, hastalıklar da bitmemiş.
Bunalım içinde olanlara bir meşgale bul kendine derler ya hani; işte bulduk zannedenler de sadece meşgul olacak bir oyuncak bulmuş, asıl gayeyi değil. Kimimiz işine aşık olduğu avuntusuyla işkolik, kimimiz para, mal, mülk, kariyer, prestij ile huzuru, mutluluğu bulacağı zannında paranın, malın hizmetçisi, bekçisi olmuş. Kendini gerçekleştirme şansı bulamamış çoğunluk ise, işine, eşine, evlatlarına adanmışlık kuruntusuyla kurban rolünde.
Oysa her birimizin ortak yaratılış gayesi, tekamül etmemiz. Daha sağlıklı, daha iyi, daha olgun, daha huzurlu, mutlu; kendine, ailesine, çevresine, insanlığa faydalı kamil insan olmamız. Asıl, ebedi hayata hazırlanmamız; layık hale gelerek seçmeleri kazanmamız.
Bunun da ortak, olmazsa olmaz koşulları ve her birimize özel imtihanları var elbette. Yaşadıklarımız bu uğurda almamız gereken derslerden, vermemiz gereken imtihanlardan ibaret.
Dünyaya geliş gayemizi öğrenip bu ulvi amaca hizmet edebilmek; razı ve razı olunmuşlardan olarak, selim bir kalp ile ruhumuzu teslim edebilmek, ebedi saadeti kazanabilmek önemli olan.
On dört yıllık tasavvuf okuma ve zikir- ibadetle geldiğim yazma aşamasında son beş yılda yazdıklarımı bir kitapta toplama imkanı da bunun bir parçasıymış meğer. Bu yüzden okuyarak hakikatine ulaşamazsın sözüne ek olarak illa okuduklarını hayata geçirmek, yaşamak yanında yazmak da gerek diyebilirim. İnsan yazarken daha iyi idrak edebiliyor yaşananların o hengamede gözden kaçan ayrıntılarını; olayların sebebi hikmetini anlayabiliyor.
İşte ben de yazarken niçin bir ömür hastalıkla sınandığımın, onca ilaç yan etkisi ve ameliyat sekeliyle mücadele etmek zorunda kaldığımın sebebi hikmetini anladım. Deneyim kazanmak, yaşayarak öğrenmek ve bu ahir zaman hengamesinde karşı karşıya kalacağımız bu tuzakla ilgili yazarak gerekli uyarıyı yapabilmek, doğruları, gerçekleri aktarabilmek, canlı tanık, delil, örnek olabilmek içinmiş meğer.
Hala çok geç değil şükür ve herşeyin düzelmesi hayal değil; ancak hepimiz taşın altına elimizi sokmak zorundayız. Yedi yıl önce elimde delillerle suç duyurusunda bulunduğum halde hala davası görülmeyen kemik erimesi ilacıyla soygun ve katliam davamda olduğu gibi, ilaçlar ve gereksiz ameliyatlarla soygun ve katliam sürüyor.
Hastalar özel sektörde ayrı, devlette ayrı, alternatif tıp kliniklerinde ayrı, korsan sektörle ayrı sömürülüyor. Hasta ve güvensiz, umutsuz bir millet haline getiriliyoruz.
İşte bu, japon bilim adamının üç yıllık inceleme sonucu olan batının bir milleti hiç savaşsız yok etmesidir. Dilimizden, dinimizden, kültürümüzden uzaklaştırmak ve her bahane ile aramıza duvarlar örerek bölüp parçalamak yanında bu yolla da adi-hain emellerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Bir an önce bilinçlenmeli ve mücadeleyle, şer güçlerin korkunç emeline hizmetten başka işe yaramayan bu hain tuzaklardan millet olarak kurtulmalıyız.
Sağlık reformuyla, nebevi- geleneksel gerçek şifa yöntemlerimizin, modern ve alternatif tıbbın güzel bir senteziyle şifa devlet güvencesiyle her insanın hakkı. Hekimlerimizi, sağlık personelimizi de bu bilinçle yetiştirmeliyiz. İlaç kartellerinin belirlediği, öldürme, sömür, süründür adi emelli, kimyasal, sentetik ağır yan etkili ilaçlara endeksli müfredatla değil…
Beş yıldır yazarak, uyarmaya, bu farkındalığı oluşturmaya çalıştım. Bugün geldiğimiz nokta malum. Artık durumumuz çok daha acil, hatta vahim!..
Acımasız ilaç kartellerinin zannettiğimizden çok daha uzun kolları olduğunu yaşayarak gördük. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada bir toplu kıyım ve soygun olduğunu da.
Adi emele ulaşma adına proje olarak yetiştirilmiş, rüşvetle satın alınmış olanların sadece tıp camiasının büyük çoğunluğu değil, hatta dünya sağlık örgütünün ve devlet idarecilerinin olduğunu da. Sisteme uymayanlar, alet olmak, hizmet etmek istemeyenlerin yıllardır olduğu gibi, devlet başkanlarının dahi ibret için öldürüldüğü bir adi planı hayretle, endişeyle izliyoruz.
Şifâ peşinde sürecimin bir aşamasında tedavi aldığım şaman şifacı kaynaklı bilgi inanılır gibi değil. Kolombiya’da, aydınlığa, iyiliğe, şifaya hizmet eden yüze yakın şifacı kabile reisi aynı şer güçler tarafından öldürülmüş yıllar önce. Çok dikkatli hazırlanmışlar şuan içinde bulunduğumuz soygun ve katliam planına meğer…
Dünyaya hükmetme, insanlığı bozma adına neler yapabileceklerinin kanıtı bugüne kadar yaptıkları. Parayı, tohumu, silah ve ilaç sanayini hatta proje muhalefeti, iktidarları ile devletleri, neredeyse tamamen dünyayı ele geçirmiş durumdalar. Engel olabilecek güçler kurulmuş tuzaklarla zayıflatılmış.
Şimdi aynen yıllar önce kuş gribi salgınıyla yerli tavukçuluğu bitirip yerine hastalık sebebi sunni tavukları sürerek hem piyasayı ele geçirip hem hastalık etkenini süregen hale getirdikleri gibi, büyükbaş hayvancılığı da bitirme, yapay eti dayatma hain planlarını uyguluyorlar; yine kasten üretilmiş bir virüs salgını ve yine kasti ağır tedavileri, sözde koruyucu sıvıların yan etkisi kalp krizleriyle, bâriz artan kanser vakalarıyla dünya nüfusunu hızla azaltıyorlar. Yapay zeka, yapay et derken insanlık katlediliyor, bozuluyor…
Toprakları, iflasa sürükledikleri şirketleri kendileri bastıkları için hiç sınırı olmayan paralarıyla satın alıyorlar. Önce tavuklar gibi tahılları, gıdaları bozdular, hastalık sebebi yaptılar. Bütün bunlar ve ağır yan etkili ilaçlardan sonra şimdi de insanlığın genlerini bozma aşamasındalar. Koşulsuz itaate zorlayarak, maneviyatı yokederek, dünyaya geliş gayesinden tamamen uzaklaştırmak, hatta insanlıktan çıkarıp maymun, domuz genleri verilerek garip, robotumsu yaratıklar haline getirmek adi emelleri.
Bunu yapmak istemelerinin sebebi ise Suudi krallığı kullanarak Kur’andan çıkarmaya çalıştıkları kendilerini anlatan ayetlerle sabit bir gerçek. Ezelden ahdine hizmet eden şeytanın ordusu zira bunlar. Kur’ân- ı Kerîm’deki,
﴾65﴿ İçinizden cumartesi günü hakkındaki hükmü çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu yüzden onlara, “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik.
﴾66﴿ Biz bunu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık.”
Bakara /65-66
ayetleriyle ispatlı gerçeğin intikamı alınmaya çalışılıyor bu cezalandırılan, maymuna döndürülmüş, lanetlenmiş zümre tarafından. Biz de senin has kullarını dosdoğru yolundan alıkoymak adına maymuna döndürürüz iddiasındalar. İşte bu gerçeği çok iyi bilen ve intikam için bu adi planı adım adım uygulayanlar hedefe ulaşmak üzere neyazıkki.
Kasten yaydıkları korku enerjisiyle, ekonomiyi bozarak borçlandırdıkları, devletleri, insanları çaresizlik algısıyla teslim olmaya zorluyorlar. Bağımsız devletler dönemini bitirip dünyayı tek devletten yönetme, Bill Gates’in deyimiyle kendi çiftlikleri haline getirme emelindeler.
Küresel sosyalizm adı altında, özel mülkiyeti kaldırma, insanların malına- mülküne el koyup kendi evlerinde kiracı durumuna düşürme, kendi vatanında karın tokluğuna çalışacak köleler haline getirme, aileyi bitirip, aynen Çin’in Uygur Türkü kardeşlerimize uyguladığı gibi, asimile etme adına çocukların devlete teslim edilmesi arzuları ise tüyler ürpertici bir başka gerçeği düşündürdü.
Aynen Firavun gibi Rab’lık iddiasında olduklarının ispatı bu emelleri. “Mülk Allah’ındır!” ayetine muhalefet. Mülk, Allah’a, size değil, bize ait, sizin Rab’biniz biziz diyorlar yani. Bu ilahlık iddiasıdır. Şeytani gücün adi emelinin aslı budur…
Mülkün Allah’ın olduğunu unutup, emanetleri sahiplendiğimiz, kendimize varlık atfettiğimiz için bunları haketmiş olabileceğimiz de çıkarmamız ve telafi etmemiz gereken dersimiz olsa gerek…
Umutsuzluk şeytandandır gerçeğiyle asla yılgınlığa düşmemeliyiz. Bu durumda ne yapabiliriz, ne yapmalıyız diye düşünmeliyiz. Nihayetinde dizginler Allah’ın elinde. O’nun kudreti üzerinde güç yok. O sadece belli bir vakte kadar mühlet veriyor, yaratılış gayesinin açıklandığı o güzel ayette belirtildiği üzere, hangimizin daha güzel iş yapacağına bakılıyor.
Bakalım ahir zaman firavunlarından mı korkuyoruz, yoksa Allah’tan mı, bilerek bilmeyerek kime, neye hizmet ediyoruz! Bütün bunlar olurken biz ne yapıyoruz!!!
Tarih tekerrürden ibaret. Söz konusu zümre, Musa a.s dönemindeki Firavunu örnek alıyor ise, bizde Musa a.s ve onun tebliğiyle Allah’a inanan, sığınanları örnek almalıyız.
İmanından dönmesi için enzorlu işkencelere maruz kalan, yaralı haliyle güneşin altında kolları kazıklara bağlı olarak bırakılan Asiye Annemizin inancı, sabrı, direnci örneğimiz olmalı. Zalim Firavunun eşi iken, dayanamıyorum Rab’bim, bana cennetteki köşkümü gösterki güç bulayım niyazıyla, gökler yarılıp evi gösterilmiş, cennetle müjdelenmiş kadınlardan olan güzel örneğimiz, inşallah bizim için de ahir zaman hengamesinde imanını koruyanlardan, ebedi saadeti kazananlardan olmamıza vesile olacaktır.
Aynen denizi yarıp Musa a.s ve yanındakilerin geçmesini sağladığı, peşinden gelen Firavun ve adamları geçerken kapayıp boğuverdiği gibi, bize de yüce Rab’bimizin yardımı yetişecektir.
Bundan zerre kadar şüphemiz yok elhamdûlillah. Yeterki kendimize gelelim. Kim olduğumuzu, gücümüzü nereden aldığımızı unutmayalım. Kurân’la, namaz, niyazla, Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım. Salâtı selâm ve salavatlarla sevgili peygamberimizle gönül bağımızı diri tutarak nurundan güç alalım. Birlik içinde imanımıza, evlatlarımıza, geleceğimize, vatanımıza sahip çıkalım. Çok daha geç olmadan…
Adevviye Şeyda Karaslan