AktüelAnalizDünyaGenelGündemKöşe YazılarıManşetMedyaÖne ÇıkanlarSanatSiyaset

İşitiklerim Gördüklerim Bildiklerim

Genel olarak hatıra anlatmaya meraklı ancak yazmaya hevesli olmayan bir toplumuz. Rahmetli Münevver Ayaşlı’nın “İşitiklerim Gördüklerim Bildiklerim” adında nefis bir hatıra kitabı var.Bütün kitap dostlarına tavsiye ederim. Bu yazıda piyasaya çıkmış yeni bir kitap tanıtımı yapmıyoruz. Halen güncelliğini koruyan kitapları hatırlatmak istiyoruz.

Münevver Ayaşlı Hanım geçen yüzyılın şahidi bir yazardı . O, 1906 senesinde Selanik’te doğdu. Babasının asker olması sebebiyle imparatorluğun çeşitli bölgelerini gezdi. Eğitimini Alman okulu ve Fransa’da “College de France” ile “Şark Dilleri” okullarında tamamlayıp Arapça ve Farsça’yı da özel derslerle öğrenen Ayaşlı, 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Ünlü şarkiyatçı Massignon’dan tasavvuf dersleri alan yazar, Viyana Büyükelçisi Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret bey ile evlenerek Ayaşlı soyadını aldı. “Pertev Bey’in Üç Kızı”(1968), “Pertev Bey’in İki Kızı” (1969) ve “Pertev Bey’in Torunları”(1976) adlı bir dizi romana da imza atan Münevver Ayaşlı, 20 Ağustos 1999’da vefat etti.

Münevver Ayaşlı Hanım İşitiklerim Gördüklerim Bildiklerim isimli eserinde kendini anlatan bölümünde “Selanik’te doğdum. Fakat Selanikli değilim.Babam askerdi. Devletimizin hudutları içerisinde bulunan Selanik’te vazifeli olarak bulunduğu bir sırada dünya’ya gelmişim.”

Bunu neden belirtme ihtiyacı duyuyor? Selanik’te sadece Yahudiler, Dönmeler veya Rumlar yaşamıyordu; burada Müslümanlar da yaşıyordu.Ancak Selanik, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına neden olacak İttihat Ve Terakki Partisi’nin merkeziydi. Siyonistler, en faal hareketlerini burada gerçekleştiriyorlardı. Dönmelerin en önemli üssüydü.

Tarih hesaplaşma ilmidir. Yine tarih hüküm veren bir mahkemedir. Türkiye’nin son iki yüz yılının hesabı henüz görülmemiştir. Bunun nedeni hala batılı değer yargılarına sığınarak Türkiye’nin kurtulacağına inanan anlayışın hakimiyetini sürdürüyor oluşudur. Türkiye’de Müslüman halka, on binlerce vatan evladının canına mal olan Çanakkale Savaşı hamasi duygularla anlatılır; ancak Birinci Dünya Savaşı’na niçin sokulduğumuzun üzerinde durulmaz. Kimse bu cephedeki Müslüman askerlerin Liman Vonsanders isimli bir Alman komutanaın emrinde insafsızca nasıl harcandığını kimse anlatmaz da nasıl kahraman mehmetçilğin ölüme koştuğunu destanlaştırılır. Tarih destan düzmek değildir. Destan da tarih değildir.

I.Dünya Savaşında Osmanlıların hangi ayak oyunlarının kurban olduğu ilk mektepten itibaren bu ülkenin çocuklarına öğretilmezse , bu olayın failleri tarih mahkemesinde yargılamazsa, hatalar devam eder.

Fertler ve milletler için hicret mukadderdir.Bizim tarihimiz yani İslam tarihi hicridir, yani büyük ve mukaddes bir hicretle başlar.“( Münevver Ayaşlı- İşittiklerim Gördüklerim Bildiklerim-Timaş Yayınlatrı shf 4)

Münevver Ayaşlı Hatıratın tarih için önemini şöyle vurguluyor “Biz tarihçi değiliz.” Tarih yazma iddiasında da hiç değiliz.Biz içerisinde yaşadığımız devri, gördüklerimizle, tanıdıklarımızla, işittiklerimiz veya işitilenlerden işittiklerimizle, nüktesiyle rivayetiyle dedikodusuyla, efsanesiyle ve bilebildiğimiz kadar hakikatiyle, bizden sonra gelecek olan nesillere nakletmek istiyoruz.

Bazı kimseler bakar görmez,bazı kimseler de bakmadan görürler.

Görebilmek, duyabilmek ve bir devri rivayetiyle dedikodusuyla nakletmek; işte tarih ve tarihçiye en büyük hizmet .Tarihçi bu yazıları ayıklasın, istediklerini alsın istemediklerini bıraksın …( age shf 5)

Anadolu’nun yatırı çok fakat yazarı yok.(86)

Batı, Batı diyoruz ama nerede Batıcılık? Avrupa’da devlet adamlarının diplomatlarının, edebiyatçılarının ve sanatçılarının hatıratı vardır. Velhasıl herhangi bir yolda biraz sivrilmiş olan her mümtaz kimse hatıratını yazmıştır ve bu suretle, katı, dondurulmuş resmi tarihin yanında , nükteli, ince ve bir çok kapalı kalan meseleleri aydınlatacak bir tarih meydana gelmiştir.Başka türlü bir çok hakikat gizli kalırdı.Hadiseleri ve meseleleri, her yönden tahkik ve tetkik etmek lazımdır ki, O devrin ruh haleti anlaşılabilsin… Bu ise ancak şahsi müşahedelere dayanır.

Hakikati bilip de söylememek veya yazmamak affedilir şey değildir.Hele hatırat bırakmamak, korkaklığı mezara götürmek demektir.(age shf 16)

Münevver Ayaşlı Rafet Bele’ye sorar: “Paşam ne olur hatıratınızı yazsanız.” Rafet Paşa ona şu cevabı verir “Bu milletin her şeyi yıkılmış bir İstiklal Harbi ayakta, hatıralarımı yazayım da, onu da ben mi yıkayım?”

Ankara’dan İşgal altındaki İstanbul’a gelen ilk kumandan Rafet Paşa idi.Rafet Paşa’nın İstanbul‘a gelişinin Sultan Vahidedddin’in kaderi üzerinde meşum tesirleri olmuştur. Daha Dolmabahçe’de ayağını İstanbul toprağına atar atmaz kendisini padişah namına selamlamaya gelen yaveri Rafet Paşa hiç de hoş karşılamıyor. Sonra Padişahla olan bütün temaslarında ,Padişahı çok ürkütücü sözler söylediğini ve tavırlar takındığını yine kendisinden dinlemişimdir. Hatta “Padişahın önünde ayak ayak üstüne attım ve koltuğa o kadar yaslandım ki nerede ise pabuçlarım Padişahın burnuna değecekti.” demiştir.

Ankara’nın tayin ettirdiği, Padişahın genç bir yaveri, gece geç vakit koşa koşa Rafet Paşa’nın kaldığı Babıali’ye geliyor. Telaş içinde ve ağlarcasına:

Padişahı, İngilizler yarın sabah kaçırıyorlar , demesine mukabil ,

Rafet Paşa:

Budala, ne üzülüyor, ne ağlıyorsun? Padişahı İngilizler kaçırırsa Türk Milleti hiçbir gün Vahideddin’in bu hareketini af etmeyecektir. Biz tutar yasaklarsak bu sefer millet bizi affetmeyecektir, bırak gitsin Vahideddin işimizi kolaylaştırıyor demiştir. (shf 11)
Münevver Ayaşlı soruyor :“Lozan Konferansında, Hahambaşı Hayım Naum Efendi’nin iş ne idi?”

Lozan Sulhu’ndan sonra hükümet erkanı ile arası pek iyi olmasına rağmen

Bu memlekete ve bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam, deyip kendi isteği ile Mısır Hahambaşlılığına gitmesi… Hayım Naum Efendi’nin , kendisinin bile itiraf ettiği bu fenalıklar acaba neler idi? (shf 15)

Bu kitapta Cemal Paşa, Halide Edip’le ilgili ibretlik olaylar anlatılıyor:

Koca Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Harbi’nde ölüm darbeleri yerken, bu muazzam devletin mahv ve yok olmasını hazırlayan , tertip eden ve bu akibeti tecil eden İttihat ve Teraki Cemiyeti’nin en yüksek kademesi ve ricalinden olan Bahriye Nazır’ı ve 4. Ordu-yani Süveyş Kanalı Kumandanı Cemal Paşa , hudutlarımızda ateş ve ölüm yağarken harp içinde Suriye’de bir kral gibi saltanat sürmekte idi.

Cemal Paşa’nın hülyası, Kanal Harekatında muvaffak olacak olursa Mısır’ı alacak ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa yerine Cemal Paşa ailesini ikame edecekti.

Cemal Paşa ne şark debdebesinden, alayişinden vazgeçebiliyor, ne de garba karşı duyduğu sonsuz meftuniyet ve meclubiyetten. Yani ne idiğü belirsiz, aşağılık duygusu içinde kıvranan, elinde Osmanlı bahriyesi, kocaman 4. Ordu gibi muazzam kuvvetler bulunan bir hiç idi Cemal Paşa. (shf 79)

Günün birinde bu hareme bir küçük kadın daha çıkageldi.Bu küçük kadın da, diğer hanımefendiler gibi Cemal Paşa’yı o kadar aşagıdan almıyor sigarasını Cemal Paşa’ya yaktırıyordu.Paşa ile siyasi ve fikri münakaşalar ediyordu.( shf 80)

Bu kadın kimdi? Dış ve iç dünyasıyla bu kadın kimdi? Bu kadın Halide Edip idi, bir yazardı. Yahudiden dönme oldu hemen çevresinde yayıldı, daha doğrusu babası Edib Efendi Yahudi dönmesi bir muhtedi idi ve saraya mensup küçük bir memurdu.

Kızı ise saraya karşı idi. Türkçü ve Turancı idi. Semitik bir Turancı yani ırkçı!! Bu günün deyimiyle, bir kafatasçı idi.

Halbuki Halide Edip ne kadar Beni İsrail kızlarına benziyordu.

Halide Edip, Suriye’ye vazife ile gelmişti Türk kültürünü yaymak için mektepler açacak, Arab çocuklarına Türkçe öğretecek Türklüğü sevdirecek ve bu suretle de Suriye Türkleşecekti.

Mektep açıldı fakat talebesiz bir mektep(81)

Halide Edip, belki iyi bir yazardı amma muhakak ki fena bir teşkilatçı ve fena bir idareci idi Üç ay mektebe gittim , bir gün dahi ders görmedim. Fakat bu üç ay zarfında mevzuu tamamıyla Tevrattan alınma, müziği de Lübnanlı bir bestekar Vedia Sabra tarafından bir opera bestelendi.

Operanın ismi “Kenan Çobanları” biz bu operayı sahneye koyduk ve valiler kumandanlar, polis müdürleri huzurunda oynadık.

Bu Kenan Çobanları operası benim içimi çok burkmuştu ve acı acı düşündürmüştü. Zira bu temsil memleketin mukadderatını kimselerin önünde fütursuzca ve küstahça oynanıyordu. Bu temsil İsrail’in , bir habercisi bir müjdecisi idi…Allah hiçbir milleti, kaba ,saba,kültürsüz, idraksiz, cahil idarecilerin eline koymasın, zira izmihlal muhakkak…

Avanak avanak hepsi bu operayı seyrettiler, hiç birinin aklımdan bir şüphe bile geçmedi. İdarecisi olsun kumandanı olsun, aydını olsun, hiç birisi Halide Edib Hanım’a şöyle bir sual sormadılar:

Hanımefendi niçin başka mevzu değil de Tevrattan alınma bir mevzu seçtiniz?(shf 82)

Falih Rıfkı, Yakup Kadri Ruşen Eşref üçgeni de İstiklal Harbini yazamazlardı, nitekim yazamadılar

Halide Edib de yazamadı bunlar maaşlı, aylıklı yazarlardı.Yine kendi tabirlerince mebus tayin ediliyorlardı.Yakup Kadri Bey bir gün evinde

-Mebus tayin olunmazsam, ilk mektep öğretmeni bile olamam. Bütün bu insanlar , fikir ve heyecan adamı değillerdi bunlar ikbal adamları idiler. (86)

Halide Edib , İstiklal Harbi’nde iki roman yazmıştı “Ateşten Gömlek” ve “Vurun Kahbe’ye” Ateşten Gömlek kıymetli bir eser değildi. Yalnız adı güzeldi. Zira Anadolu hakikaten ateşten gömlek içinde idi.

İkinci romanı “Vurun Kahbeye” hakikaten çok mühim idi .Zira zafer elde edildikten sonraki rota ve tandası gösteriyordu.Din düşmanlığını , fanatizmi, tutulacak sakat yolun önderliğini bu kitap yapıyordu. (shf 87)

Osmanlıların son yıllarında Cumhuriyetin başında Münevver Ayaşlı’nın enteresan bir tespiti:

“Turancıların arkasında devlet var, devlet kuvveti , devlet hazinesi iyi bir teşkilat

İslamcılar ise teşkilatsız,parasız ve yapayalnızlardı.(shf 157)

Bilal Sürgeç

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu