AktüelAnalizDünyaGenelGündemManşetMedyaSanat

EN ÜSTÜN ERDEM ADALETTİR 

Birbirini var eden iki kavram… Ahlak olmadan adalet, adalet olmadan da ahlak olmaz. Osmanlı’nın en büyük entelektüellerinde Kınalızade ilk Türkçe “Ahlak” kitabını yazmıştır. Kınalızade ’den önce de pek çok ahlak kitabı yazılmış, ancak en kapsamlı ahlak metinleri Kınalızade’ninahlak metinleridir diyebiliriz.  Kınalızade yazdığı esere Ahlak-ı Ala ismini koymuştur. Çok özel bir klasik ahlak metnidir. Bu eserde ahlakı, bir ilim olarak tarif eder ve buna İlm-i Ahlak der.

Mealen eserinde şöyle diyor ünlü mütefekkirimiz:

İki çeşit tıp vardır. İlki “tıbb-ı cismani”, ikincisi “tıbb-ı ruhani” dir. Tıbb-ı cismani bedenin hastalıkları ile uğraşırken; Tıbb-ı ruhani, ruhun hastalıkları ile uğraşır. Beden, zamanda ve mekânda mukayyettir. Ruh ise, mücerrettir. Mücerret olan mukayyet olan, “beden” de misafirdir. Yani gurbettedir. Ruhu bedende rahat ettirmek için “ahlaki” bir iklim lazımdır. Bu deveyi iğne deliğinden geçirmek kadar zordur. Ruh, bedenden ayrılmak, doğal yerine gitmek ister. Hapishaneden yani bedenden ayrılmak ister. Bu misafirlik ya da hapislik döneminde, misafir olan ruhu, ev sahipliği sorumluluğunda rahat ettirmek içim ilm-i ahlak lazımdır.

Nasıl ki, tıbb-ı cismani, beden içindir. İlm-i ahlak ’da ruh içindir. Cismani tıp; bedenin sağlığını “korumak” a çalışır (Hıfzı sıhha). Hastalığı “izale”, sağlığı “iade” etmek ister. Peki “nefs-i mücerret” in sıhhatini nasıl sağlayacak? Sorusuna şöyle cevap verir: “Kötü huyları mücerretten def ederek.” der.

Ahlak-ı Ala’ ya göre; tıbb-ı cismani ile tıbb-ı ruhani birbirini tamamlar. Ruhun hastalığı bedeni de etkiler. Kısaca ilm-i ahlak’ ın faydaları;

– Ahlak-ı hasane edinmemizi sağlar.

– Kötü huylarımızı iyiye dönüştürür.

– Fıtrattan var olan huylarımızı tehlikeden korur

– Ruhu zayıf ve hastalıklı olanları sıhhate kavuşturur

– Ruhun ve bedenin sıhhatli olmasını sağlar

– Sağlam bir zihne ve hafızaya sahip olunmasını sağlar

– Kişiler ahlaklı olunca, ahlaklı bir toplum olur

Ahlak, klasik kültürümüzde her zaman “adalet” kavramı ile beraber kullanılır. Kudema, levhalara yazılacak şu sözü çok sık kullanır:

Ahlakın en üst erdemi adalettir” der. Tüm kültürün özeti sayılabilecek bu ifade geleneğimizde her alanda etkisini göstermiştir. Bütün bu ahlak tanımlamalarından sonra sorulacak soru şu olmalıdır: Peki adalet nedir? Kısaca adaletin ne olduğu veya ne olmadığı konusuna kısaca değinelim.

Adalet Nedir?

Klasik kültürümüzde “Adalet her şeyin yerli yerine konulmasıdır” şeklinde tanımlanmıştır. Tüm varlığın yaratılış gayesi üzere olması adalettir. Evren’de her şey yerli yerindedir; bu yüzden bütün evren adl-i ilahinin tecelligahıdır. 

Antik Yunan’da “Kaos” karmaşa demektir. Daha sonra bu karmaşada belirgin bir düzenlilik meydana gelmiştir, bu yeni oluşan düzenliliğe “Kozmos” demişlerdir. Kozmos yani, evrende her şeyin belli düzen ve kural içinde akıp gitmesi, her şeyin yerli yerinde olması şeklinde tanımlamalar yapılmıştır. 

İslam kültüründe, kozmosdaki, her şeyin yerli yerinde olması ve belli bir yörüngede sürekli ve düzen içinde akıp gitmesine “adalet” denilmiştir. Kozmosdaki bu yerli yerindelik “güzel” dir. Çünkü adalet üzeredirler. Bu güzelliğe Yunanca’ da “Kozmetik” denilmiştir.  Kısaca;

Kaos, kosmosa adalet üzere olmasından dolayı evrilmiştir. Kaos’ dan çıkıp Kosmos’ a ve kozmetik’ e evrilmesi tamamen Tanrının adaleti sayesinde olmuştur.

Adalet aslında bir “Topos” yani “yer ilmi” dir. Kadim geleneğimizde böyle tanımlanmıştır. Yani,

“Atın önündeki eti, ite; itin önündeki otu da ata vermektir” diyebiliriz. Masanın üzerinde durması gereken güzel bir çiçeği, masanın altına koymak adalet kavramına uymaz.  Elimizle yapılacak bir eylemi, ayağımızla yapmak, ya da bizim yapmamamız gereken bir işi başkasına yaptırmak adalet kavramına aykırıdır.  Her şeyin yaratılış üzerine olmasıdır adalet…

Adalet, ahlakın en üst erdemidir. Ahlak olmadan adalet olmaz. Ahlaklı olmayanların adaleti olmaz. 

Doğadaki işleyiş adalet üzeredir. Bu işleyişi bozacak insan müdahalesi adaletsizliği doğurur. Hem evreni yaratan Yaratıcı’ya hem de evrene karşı adaletsizlik yapmış oluruz.

Geleneğimizde adalet kavramı, dini kavramlar arasındadır. Kutsaldır…Adl-i İlahi vardır çünkü…

Adalet, yer ilmidir. Yer gösterir. Yönetenlerin de yerini gösterir, yönetilenlerinde yerini belirler. Yerin erdeminden söz etmez. Sadece insanların yer edinme özgürlüğünü hukukla teminat altına alır. Bu yüzden İslam Türk geleneğinde;

“Devlet arazi üstüne kurulmaz, devlet adalet üstüne kurulur” kaidesi geçerli olmuştur. 

Adalet, kişilerin değil, kurumların ahlakıdır. Kurumların var oldukları ilkeler içinde olmaları, hukuki sorumluluklarını yerine getirmesi, o kurumun ahlakıdır. Bu kaideler üzerine olan kurumlar adaletin tecelli ettiği kurumlardır. Kurum ahlakı olmayan organizasyonlarda adalet tecelli etmez, o kurumla, zulüm kurumlarına evrilmiş demektir. Bu kurumlarda oluşan sisteme devlet denmez.  Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. Zulüm ile muzaffer olunur ama zulüm ile ülke yönetilemez. 

Adalet, eşitliği gözetmez, ama “Eşit olana eşit, benzer olana benzer muamele” eder. Eşit olmayana eşit, benzer olmayana da benzer muamele etmez. İhtiyaçlara göre muamele etmek adaletin en büyük şiarıdır.

Adalet, bir toplumda meydana gelen maddi-manevi “artı değer” i yani “düvle” yi kamusallaştırır. Halkı bu artı değeri elinde tutanlardan korur.  Artı değeri toplumda, eşit olanlara eşit, benzer olanlar da benzer şekilde dağıtır. Bu artı değerden toplumda ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarına göre dağıtır. Sosyal devlet olarak hiçbir işi yapamayan düşkünleri ve engellileri gözetir.

Ahlak ve adalet kavramı öznel değil geneldir. Toplumu ilgilendirir. Yalnız bir adada yaşayan insanı ahlaklı ya da adaletli olarak tanımlayamayız.  Toplum içinde, kişinin toplumla ilişkisini belirleyen kavramlardır. İnsanlar yaratılışları gereği medenidir, yani toplum içinde yaşamak zorundadır. Toplum içinde medenice yaşamanın vazgeçilmez iki şartı ise, ahlak ve adalettir.

Devlet, kurumların birlikteliği ile meydana gelen dev bir yapıdır. Adalet, eğer kurumların ahlakı ise, ki öyledir; devlet dediğimiz yapı da ahlaklı ve adaletli bir yapıdır diyebiliriz.

Adalet bilgi işidir. Bilgi olmadan adil olunmaz. Adil olunmadan mutlu olunmaz. Adil olmayan sistem zulüm üretir… Zulüm olan yerde saadet olmaz. Adalet olmadan erdemli toplum olmaz. Mutsuz insanların oluşturduğu toplum “erdemli toplum” olmaz.  Farabi “erdemli toplum” kitabında “Erdemli toplumlar, erdemli yöneticiler tarafından yönetilir. Erdemli toplum adaletli yöneticilere sahiptir. Ebedi sadedin anahtarı erdemli bir toplumda yaşamaktır” der. Ne muhteşem bir tespit…

Sonuç olarak; mutlu bir toplum için, kurumların “liyakat” li insanlar tarafından yönetilmesi adaletin tecellisi için şarttır. Adaletli kurumlar, adaletli devleti var eder. Otoriteryönetimlerde, kurumların ahlakı olmaz, kurumlara liyakatli atamalar yapılmaz ve kurumlar işlevsel olamazlar. 

Tarih sahnesi, adalet ile yönetilen toplumlar tarafından işgal edilir. Otoriter yönetimlerde, liyakate önem vermez, adam kayırmacılık, nepotizm son derece yaygındır. Bu yüzden adil bir devletten söz edilemez. Adil olmayan devletlerin ise tarih sahnesinde isimleri anılmaz. 

“Adalet, en yüksek iyi değilse bile, en yüksek kamusal iyidir.”

Fatih Mehmet Turhan

[email protected]

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu