AktüelAnalizDünyaGenelGündemKöşe YazılarıMalatyaManşetSiyaset

BAYRAM, DÜĞÜN, TATİL ve KAYISI

Telaşlı bir zaman dilimi geçiriyor şehrimiz. Sebebi bayramla tatili bir arada yaşamak gayreti.

Dert bir değil bin…

Kurban bayramı, dolayısıyla bayramı ele geçmez tatil fırsatı olarak değerlendirme çabasına bir de düğün davetyeleri karışınca zaman fiili yetmez oldu. Hepi topu 9 güne ne sığdırılabilir ki? Eş dost akraba ziyaretleri mi, sıla-i rahim özlemini gidermek mi, düğünden düğüne transit geçişler mi? 

Bayramı geçirmek için memleketine akın edenler bu yüzden ordan oraya koşturmakla geçen yetmeyen günler içinde buldular kendilerini. 

Malum yaz mevsimi ve Malatya’da bir de kayısı sezonu son an da bayram tatili serüvenine dahil oldu. Bayram ziyaretine gelenler kayısı gibi “el atmazsan olmaz” denilen ağır iş kolundan da nasibini almış olduklarını gördük. Bayramlaşmaya gelenleri bir baktık traktör sırtlarında, elinde kasa-branda bahçe içlerinde geziniyorlar. 

Bayram böylece adrenalin dolu ve değeri anlaşılmaz bir hale dönüştü dersek yeridir. 

En son şiro çayı Candaran köprüsü civarına indiğimde saymadım fakat 40 kadar aracın çayın kenarına zor bela konuşlandığını gözlemledim. Aile, çoluk çocuk çayda serinleyerek vakit geçiriyorlardı. Hava sıcak, bu mevsimde en uygun şey bir su kenarına kendini atmak olmalı herhalde. 

Acıdırki, Pütürge’de insanlarının halen gidip ailecek oturacakları bir mesire yeri olmaması da ayrı bir paradoks. Doğanyol baraja sıfır bir yer yaptı, ne varki Pütürge’de yetkililerin böyle bir düşüncesi olmadı hiç bir zaman. O yüzden çayın kenarı dediğimiz bölgeyi bir görmenizi isterim. Çöpler bir yandan, pislik bir yandan, piknik yapanlarla, suya girenler, kasa-naylon yıkayanlar hepsi bir arada olduğu acayip bir manzara ortaya çıkmıştı.

Artık Pütürge’nin Şiro çayı kenarına münhasır bir mesire alanına ihtiyacı olduğunu buradan hatırlatmak istiyoruz. Dilerim yetkililer sağ duyulu davranır ve böyle bir talebin varlığını değerlendirmeye alırlar. 

Bayramdan sonraki gün ise yani Salı günü havalından misafirlerimi almaya gittim. Malatya merkezde ilk göze çarpan; artan araç sayısı, 10 katı artmıştı bana göre. Özelikle İnönü caddesini boydan boya gitmek ciddi bir zaman sarfiyatı. Bayram kalabalığı afili ve etkili şekilde göze çarpıyor. 

Eş zamanlı olarak dışarıdan gelen nüfusun şehre kattığı canlılık söz konusu. Bir esnafla ayak üstü sohbet ettim, “yıl boyu sattığım kadayıfı üç günde sattım” cevabıyla yüzü gülüyordu. “Ürün yetiştiremedik, çift vardiya çalıştık!” Çarşı esnafı az sa olsa bu durumdan memnun. 

Bir başka esnaf. Oto yıkamacı. Yıllardır bildiğimiz bir yer. “Temizlik için o kadar çok araç geldiki yıkamayı bırak park edecek yer bulamadık.” diyordu. Buna bağlı olarak bayramdan önceki fiyatlarla bayramdan sonraki fiyatların değişkenlik göstermesini de göz ardı edemeyiz.

Hummalı bir kalabalık. Gurbette, orda burda bulunan hemşerilerimiz memleketini görmeye gelmişler. Ne âlâ… Hoş gelmişler hepsi. Bayram’da bahanesi. Belki de Malatya’yı diğer çevre İllerden ayıran özelliği de bu olsa gerek. Şartlar ne olursa olsun, bir gün herkes uğramak ister buralara. Depremde yıkılmış, enkaz olsa bile…

Depremden söz etmişken; farkında mısınız, Malatya’nın ufak ufak silüeti değişiyor artık. Şehrin ana ambiansı deprem izlerinden arınır gibi olmuş. Zaman ilerledikçe bu değişimin daha da artacağına kanaatimiz hasıl. Elbette yaşanan yıkıma göre eksiklikler var mı, var! Hem de çok! En kısa vakitte üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorum. 

Tabiki bu minvalde ara ara siyasetin noksanlıklarını yazmak, dile getirmek zorunda kaldığımız analizlerimiz oluşabiliyor. Kimseyle kişisel bir husumetimiz yok tabiki! Olamazda… Siyasetçilerimiz hepsi değerli büyüklerimizdir. Seçilmişlerdir. Tek amacımız “temiz bir siyaset, temiz bir şehir ve temiz bir gelecek.” Bunlardan söz ediyoruz diye kimsenin üzerine alınacağını sanmıyorum. 

Evet, yaz sıcakları iyice sokuldu buralara. Kayısılar dallarda sarı sarı gerdan gibi dizili. Güneş resmen yağıyor tepeden. Araçlar yollara sığmaz bir halde. Ve günahı sevabıyla bir kurban bayramanı daha geride bıraktık. Kurbanlar kesildi, etler dağıtıldı, gerekli diğer vazifeler itina ile yerine getirildi. Allah kabul etsin herkesin. Aslında bir tatili de geride bıraktık ve düğün sezonunu da… Hepsi bir arada. Hani hazır kahve içecekleri var, “üçü bir arada” deniliyor. Kayısı da eklediğimizde “dördü bir arada” oldu. 

Yani hepsini bir paket yaptık. Çok hızlı bir döngü. Yaşam koşulları, hayata karşı verilen mücadele, neredeyse her alanda yaşanan kıyasıya rekabet insanlar arasında en küçük boşluğu değerlendirmek gibi bir insiyatif almaya zorluyor. Metropol şehirler tamamen tükeniş noktasında, trafikte geçirilen süre en büyük çile, hastaneler insan seli, sahiller ve parklar yine yetmediği görülmekte. Böyle olunca “memleket” kavramı değerli bir hale geliyor. 

Hal böyleyken toplumumuz diğer taraftan pratik bir yaşam arayışı içerisinde. Hani bir zamanlar Şener Şen’nin oynadığı “aç kapat Artema” diye bir reklam vardı. Tam olarak onun gibi. Şip şak her şey olsun istiyor. 

Az zamanı çok şeyle buluşturmak.Başlığımız bu yüzden bir çok ibareyi aynı anda bünyesinde barındırdı, bayram içersinde tatil ve düğünleri sıkıştırmakta bu yüzden. Ayak üstü bir eş dost-en kötü ihtimal mezarlık ziyareti derken ordan hemen koşuyor gezip görmek istediği yerleri görmeye. Yani tatile. Bayramı iyi bir tatil fırsatına çeviriyor tam, bu kez düğün devletiyeleri, gitmezsen olmaz. Zamanla yarışa dönüşen bayramlar ne bayramlar olarak kalıyor ne tatil ne de düğün…

Velhasıl zaman dediğimiz şey yetmiyor hiç bir şeye. Ya da zamanın doğal senkronize alanına biz çok şeyi sıkıştırmak istiyoruz. Bir yerden sonra baş gösteren arz talep dengesizliği. İstekler çok olunca zaman büsbütün yetersiz olmakta. Bu kez zamanla kavgaya tutuşuyoruz. 

Bu gün toplumun çoğunluğu “tüketim mottu”nun çarkları arasında savrulmakta. Zorlu koşullarda kapitalist tavırla ortaya çıkan isteklere yetişmeye üretken tavırla fırsat bulamıyor. Üstüne üstelik malum yakıt pahalı, lokanta restoranlar el değil can yakıyor, tatil merkezleri almış başını gidiyor, “Memleket gibisi yok” kavramı sanırım biraz da mecburi olmakta. 

Şayet böyle giderse “kuşu altın kafese koymuşlar ah vatan, ah vatan” atasözü bir daha çağa uyarlanması gerekecek. “İnsanı rezidansa koymuşlar illa doğduğum yerler” şeklini alması an meselesi. Bayramların sadece bayram olarak kutlanması gerektiğinin netleşmesi, diğer sosyal aktivitelerinse yine zamanın ruhuna uygunlukta yerine getirilmesi her şey olduğu doğal haliyle güzeldir. Yok, ne varsa bir anda yaşamaya kalkışmamız işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirir. 

Aslında bu bayram merasimine tatil ve düğün kuyruğunu yapıştırınca kimse ne bayramdan, ne düğünlerden, ne de tatilden bir şey anladı. Her şey zamanında, yerinde ve aslında güzeldir. Bayramları da bayram gibi kutlayalım. Yoksa yarın öbür gün elimizde kalan son değerlerimizi de bir an da yitirebiliriz. Dikkat edelim. 

Son dip not1: Bayram bitti, tatil bitti, düğünlerin çoğu bitti ama kayısı henüz bitmiş değil. Devam edecek. Belki 20 gün kadar. Şu an en büyük sorun işçi bulamama… Herkes çayır cayır işçi arıyor. Malatya’nın en büyük işçi stokunu karşılayan Adıyaman tekstile yönelmesi üzerine artık işçi göndermiyor. Eğer işçi bulunmazsa tatilcilere hesapta olmayan, ekstradan büyük bir sorumluluk düşüyor. Bakalım bu sorumluluğa kim ne kadar yanaşır göreceğiz?

  1. ↩︎

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu