Siyasetin asıl mottosu, gerçek siyasiler ve  vizyon meselesi 

91 yılında ortaokulu, 94 yılında liseyi okuduğumuz Pütürge lisesinin dışarıdan merdivenli öğrenci giriş kapısının hemen karşısında ilk öğrencileri karşılayan duvara asılı siyah beyaz genç yakışıklı bir delikanlının fotoğrafı asılıydı. Fotoğrafın altına düşülmüş notu okuduğumuzda; bir dönem Pütürge Lisesi öğrencilerinden olup ve İmar İskan Bakanlığına kadar yükselmiş Ahmet Karaaslan’ın öğrencilik resmî elbette sadece bakan çıkmış niyetiyle o duvara asılmamıştı. Ayrıca okuduğu dönemden bizim döneme kadar not reokoru henüz kırılmamış başka bir özelliği daha bulunuyordu. Bütün sınıflar boyunca dersleri 10 üzerinden 10. 

Şimdi milletvekilleri, aday adaylarına bakıyorum da; okul başarısından itibaren böyle bir vizyona sahipler mi değiller mi gerçekten merak etmiyor değilim. Başından beri okul eğitimleri, derslerden aldıkları notlara kadar, öğrenci-okul-öğretmen ilişkileri nasıldı, şahsen bir şehrin kaderini belirlemekte rol oynamaları nedeniyle önemli bir konu. Bugün geldikleri konumları başarılı olabilir, bence o günlerden ele alınıp bir bütün halinde değerlendirilmesi gerekiyor. Malatya merkez ve ilçelerde ikinci bir Karaaslan daha yetişti mi belkide bilmeye hakkımız var. 

Daha sonları bizden bir kaç dönem önce yine Pütürge Lisesi’nde okumuş tiyatro sanatçısı Yasemin Yalçın’ın sanat ve tiyatro alanında ülkede hatrı sayılır bir yer edinmiş olmasını da buradan bir hemşeri olarak hatırlatmak isterim. 

       ***

88 yılı olabilirdi, çocuk yaşlarda olduğumuz için tam emin değilim. Türkiye başbakanı merhum Turgut Özal, karayolu ile Malatya’dan Doğanyol’a geçecekti. Doğanyol o sıra henüz ilçe olmamış adı ‘Keferdiz’ olan Pütürge’ye bağlı küçük şirin bir beldeden ibaret. Dolayısıyla Keferdiz’in ilçe statütüsüne kavuşması da bu ziyaret sonrası gerçekleşmiştir. Özal köyümüz (Bakımlı)’ya geldiğinde konvoyu durdurmuş, köy kahvesinde bi soluklanmış, bir kaç çay içmiş, bölge sakinleri ile biraz haspihal etmişti. Bir ara Özal’ın güvenliğini sağlamakta yükümlü özel tim mensuplarına “burada beni korumanıza gerek yok, burdan bana bir zarar gelmez, hepsi benim akrabalarım” gibi bir telafuz kullanmıştı. Yanlış olmazsam özel tim ise o yıl kurulmuştu. İlk olarak 40 bin kişilik emniyet güçlerinden oluşan vurucu harekat birliği direk başbakandan emir ve talimat alıyordu. Özel silah ve ekipmanlarla donatılmış, güçlendirilmiş özel tim kritik görevlerde rol alacak niteliğiyle çok önemli bir birlik amacıyla tasarlanmıştı. Çünkü Özal eninde sonunda kendisine bir darbe yapılacağını biliyor ve özel tim’i o nedenle kurmuş, bizatihi başbakanlığa bağlamasının nedeni de Türkiye düzleminde olup bitenleri fark etmiş olmasıyla alakalıydı.

Tabi bizlerde Özal’ı görebilmek bahanesiyle başımızı kalabalık arasında uzatıyor, tonton, beyaz bir tişört ile beyaz bir pantolon giymiş, kısa boylu Türkiye başbakanını görebilmek adına akranlarımızla birbirimizle yarışıyorduk adeta. 

Günümüz siyasilerine bakıyorumda; ilçe belediye başkanlarından tutun, milletvekilleri, az biraz bürokrasi de level atlamış isimlerden kim varsa havasından geçilmiyor. Vah! Vah! Bir çalım, bir gösteriş, aman allahım bir üstünlük kompleksi. Bir gariban, bir köylüye hal hatır sormayı bilmezler. Odaları, STK’ları, kurumları, bir kaç iş adamınını gezdiler mi görev tamamdır. Bazıları çaktırmadan fakir fukaraya hava atmayıda meziyet sayıyor, böyle tipi-tiplerde var. Hele gözde popüler bir siyasetçimiz var ki; son zamanlarda spor salonlarından belliki kaslı vücut yapmış, fotoğraf çektirirken biraz kollarını da omuzdan az kaldırınca terminatör gibi çıkıyor. Holly-Wood film setlerinden fırlamış gibi. Yok mu uyaracak kimse, kardeşim Malatya kültürü bu gibi kaslı maslı, botoks’lu, şeylere pek müsait değil-kaldırmaz diye. Üstelik hem sen bir siyasetçisin. İnsanlar senin ortaya koyduğun fikir, düşünce, analiz, hizmet kalitesine mi bakacak yoksa botokslu yüzüne, geniş omuzlarına mı? He!

Biz bir daha bir Özal samimiyeti, sıcaklığı, sevgisi, dostluğu göremedik. Daha doğrusu eski siyasilerin kalitesinden zerre yok! Neden şimdiki siyasilere ulaşmak bu kadar zor oldu? Neden halkla arasında derin uçurumlar koydular? Bir telefona dahi bakmaktan imtina ediyorlar? Neden siyasiler denildiğinde akla zenginliklerinden başka hiç bir özelliği gelmez? Oysa toplum siyaset hepsi tek bir formatta olmalıdır. 

***

Turgut Özal’dan başlamışken devam edelim. Merhum Özal Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine başbakanlığa Yıldırım Akbulut getirildi. O sıra Anavatan partisi ilçe delegesi görevinde bulunan rahmetli babama Başbakan Yıldırım Akbulut özenli bir şekilde kendi el yazısı ile mavi renkte mürekkebi, dolma kalemle bir mektup kaleme almıştı. Kendine has el yazması, damgalı kuşe kağıdı üzerine yazdığı mektubu o zamanın imkanlarına rağmen zarfla bizzat adrese kadar göndermeyi başarmıştı. Naifliğe bakar mısınız? Kaliteyi görüyor musunuz? Siyasetçinin insana verdiği değeri. Mektubu halen gözüm gibi saklıyorum. Şimdi hangi siyasetçi oturacak kalemle bir mektup yazacakta, en ücra köşedeki delegesine gönderecek. Akıl alır şey değil. 

Hadi mektubu boşverin, bilirizki öyle zahmete girişmezler. Bazı özel gün sebebiyle gönderdikleri SMS’ler bile içler acısı, hepsi Türkçeye aykırı. Kısaltılmış kelimeler, küçük büyük harf uygunsuzluğu, otomatik mesaj’dan belliki onbinlerce kişiye aynı lokasyonun gönderilmesi tuhaflığında kalibrenin ne kadar düştüğünü görüyoruz. Bugün zaman ayıracak, tutup el yazısıyla kalem kullanarak kağıda bir teşekkür notu yazabilme estetiğini ve centilmenliğini gösterecek o siyasilerinde nesli tükendi ne yazık. Twitter’da ‘kes+kopyala+yapıştır’dan’ öteye gidemeyen, onu bile yapamadığı halde üretkensiz iki kelime yazmaktan aciz siyasilerin imdadına allahtan rt (retwet) yapmak yetişiyor. Neyseki bizim batılılar rt diye bir şey icad edilmişlerde, sayfalarını öyle doldurabiliyorlar. Sanırım çok şeyi yitirmişiz. Hadi mektubu boşverin bari şu otomatik SMS’lerinizi doğru yazın. Biraz okunaklı olursa iyi olur. İnsanlar okumuyor zaten, okuyan da anlamakta zorlanıyor. 

***

1975, merhum Necmettin Erbakan’ın MSP (Milli Selamet Partisi) ile merhum Bülent Ecevit’tin başında bulunduğu CHP partileri –koalisyon hükümeti– kurmuş. O sıralar MSP+CHP koalisyon hükümeti dışarıda Kıbrıs harbini yürütüyor, içeriden de en iddialı projelerinden ‘köy kent projesi’ süratle uygulamaya konulmaya çalışılıyor. Köykent projesi köy ensütilerinden sonra Türkiye’de başlatılmış en büyük kırsal kalkınma projesidir. Ondan sonra köyler hiç kimsenin aklına gelmedi artık. Bir kaç köyün birleştirilmesi ile oluşagelen kalkınma projesi kapsamı esnasında bizim Pütürge’den bir heyet kalkıp Ankara’nın yolunu tutar. Küçük bir mezra statüsüsündeki ikamet ettikleri yerleşkelerini köy programına almak istiyorlar. Doğal olarak o dönem MSP Malatya Milletvekilli Oğuzhan Asiltürk’ün kapısına dayanılır. Asiltürk, gelen heyete “Biz zaten köyleri toplu hale getirmek için uğraşıyoruz. Sizde köyü ayırmak istiyorsunuz, mümkün değil bu” şeklinde bir cevap verir. Bizim heyet biraz ısrar eder. Haklı gerekçelerini sıralarlar. Toplantı bir kaç satti geçer. Derken; Asiltürk, heyeti o gece evinde misafir eder, gerekli eziyet ikram, misafirperverlik ne var ise itina ile gösterilir. Köykent projesine rağmen mezra köy yapılır ve bizim heyet çok memnun olmuş bir halde memleketin yolunu tutarlar. Buyrun bir de burdan yakın. Şimdi Ankara’ya yolunuz düşse, birincisi randevunuz yoksa zor görüşürsünüz. Hadi görüştünüz, hengi vekil sizi evine götürür misafir eder üstelik beş altı kişiyi. Otelin yolu gösterilir değil mi? En ucuz oteller Ulus’ta. Geceliği 1000 TL. Evet böyle siyasilerde geldi geçti bu topraklardan işte. Bilin istedim.

***

Bir sohbet ortamında dinlemiştim. Hangi dönemde, hangi milletvekili olduğunu bilmiyorum. O yüzden isim ve tarih veremeyeceğim için üzgünüm. Lakin olmuş bitmiş gerçek bir hadisedir. İsim söylenmişse de kim olduğu aklıma gelmedi an itibariyle. Seçim çalışmaları amacıyla Pütürge’yi ziyaret eden bir milletvekili ve yanındaki arkadaşları Pütürge’ye doğru yola çıkarlar. Yolda, kubbe dağı Halikan bölgesinde bir çiftçinin traktörle tarlasını sürdüğünü görürler. Milletvekili aracı kullanan kişiye durmasını söyler, arkadaşları ‘bir şey mi oldu?’ diye sorarlar. ‘Bu adam tarlayı sürüyor, yalnız puluk ayarsız! Hem iyi bir çift süremez, hemde işin içinden çıkamaz, yazıktır! Yardımcı olalım’ cevabını verir. 

Çiftçiyle selam kelam hal hatır derken ‘kusura bakma, işine karışmak gibi olmasın ama puluğun biraz ayarsız bir taraf çok batıyor ve derin çukur açıyor diğer taraf ise batmadığında toprağı işlemeden bırakıyor öyle!’ Çiftçi ise biraz mahcup şekilde ‘aslında ben traktörden çok fazla anlamıyorum. Yıllardan beri babam bu toprakları eker biçer, sürerdi. Başka bir şehirde ikamet ediyorum, babam rahatsızlanınca iş başa düştü. Babam buraları hiç boş bırakmazdı, üzülmesin diye ben geldim, malum beceremiyorum oda. Allah sizi karşıma çıkardı’ cevabıyla bizim vekil hemen ceketi çıkarır, gömlek kollarını sıyırarak çıkar 65’lik fergosunun üzerine. Bir kaç hat götürür, pulluk ayarını ona göre verir ve traktör nizami sürdüğünden emin olunca sahibine teslim eder. Bende köylü çocuğuyum der. Anlayan anladı ne demek istediğimi. 

Günümüz siyasi konjektörünün içinde bulunduğu saplantılı, kendilerini üstün kişi kabullenişi, toplum ve gerçeklerden kopuşunun getirdiği entübe sonuçları net şekilde gözlemliyoruz. İsterimki bu yazımı daha çok aday adayları okusun. Ama okumazlar. Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Güzel anılmak varken arkandan küfredilmesini sağlamak dengesi arasında yapılacak çok fazla bir şeyler var aslında. Bence arkamızdan insanların güzel şeyler konuşması daha isabetli olur. Güçlü kaslara sahip olman kimsenin umrunda değil. Para, pul, şan, şöhret kaliteli bir insanlık yanında lafı dahi edilmemiştir. Açın tarih kitaplarını, biraz araştırın kimden söz ediyor. Şöhretli, paralı, varlıklı, marka isimlere asla yer vermez. Sadece ezilen ile bir de insanlığa hizmet edeni dünden bugüne deklare eder. Türkiye yaş ortalaması 72 biliyorum. Kimse çivi çakmayacak dünyaya. Ona göre ha?! 

Etiketler:

Yanıt yok

Bir yanıt yazın